Uşak TV
2021-06-29 13:13:45

ESKİ VE YENİ TÜRKİYE PERSPEKTİFİNDEN GAZETECİ NAMUSU ve MAFYATİK BİR YARGI KURUMU OLARAK MAĞDURİYETLERİ GİDEREN GAZETECİ SÜLEYMAN ÖZIŞIK!

29 Haziran 2021, 13:13

Ülkede yaşananları ibretle izliyoruz. Bir suç örgütü lideri kendisine hakaret edildiğini, eşine saygısızlık edildiğini, çocuklarının korkutulduğunu iddia ederek sade vatandaşların bile uzun süredir varlığından haberdar olduğu Devletin iyice olgunlaşmış irinini patlattı. Pis kokulu iltihap ortalığa yayıldı. Vezüv patlama etkisinin Pompei’deki sapkınları ifşası misali birçok ahlaksız birer-ikişer iş üstünde yakalandı.

Yalanlayan yanıyor! Sedat konuşuyor ama muhatapları yalanlayamıyor. Video ve/veya ses kayıtları Pompei halkında dehşetli bir korku ve panik yarattı! Sus pus olan ciddi bir kitle ortaya çıktı. Doğal olarak suç örgütü lideri halk nazarında son derece inandırıcı bulundu! Melek değilim dedi. Mehdi değilim dedi. Ben suç örgütü lideri değil, üyesiyim dedi. Nedamet getirdiği konuları açık yüreklilikle ortaya koydu. Muhalefetin yapmadığını yaptı ve milyonlarca kişiye etki etti. Büyük bir sempati alanı oluşturdu. Aslında adam saklamadan şeytani yanını ve eylemlerini de anlattı. Bazen doğrudan söyledi bazen de satır aralarına sıkıştırdı. Bu tavır halk tarafından samimi bulundu ve sempatiyle karşılandı. Suç örgütü lideri resmen sevildi. Bazıları kabul etmek istemese de!

Cumhuriyet Tarihimizde Kırılma Noktası

Yaşananlar Cumhuriyet tarihimizde bir kırılmanın işaretlerini taşıyor. Kırılmanın İslamcı olduğu veya islamı referans kabul eden uzun bir iktidarın dönemine gelmesi halkın büyükçe bir kısmında hayal kırıklığı yarattı. Ortalığa saçılan pisliklerin daldan ilk düşürdükleri gazeteciler oldu. Namusu maaşı kadar olan gazeteciler ülke gündemine oturdu. Gazetecilerle sınırlı kalmayacak bu fırtına! Bundan sonraki beş-on yıla damgasını vuracak. Her kanattan birçok siyasetçiyi, gazeteciyi, iş adamını süpürecek! Süpürsün de! Yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklama, FETÖ borsası ve benzeri konularda birçok gerçekler sel gibi Türk toplumunun önüne gelecek. Anlayacağınız bu fırtına kolay kolay dinmeyecek. Önümüzdeki on yıla mührünü vuracak. Tarih, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra boşalan kadroların doldurulması sırasında devletin yönetim zaafından faydalanarak devlet mekanizmalarını çıkarları için kullanan mikro iktidar odaklarını ve çeteleri yazacak. Bu hazin süreci milletçe yaşıyoruz.

Bu işlere fütursuzca girenler bir konuda çok yanıldılar. Devlet olmak bizi korur zannına kapıldılar. Devlet olmakla devletin çarklarını çeviren kirli kişilikler olmak arasındaki farkı göremediler. Hâlbuki çürümüşlüğün bu kadar yaygınlaşmasının tabii ve nihai sonucu pisliğin ortaya yayılmasıdır. Kaldı ki devletlerde kontrolsüz ve tecrübesiz, dahası şımarık bir hırsız/yolsuz takımının deşifre olmaması mümkün değildir. Öyle pislikler ortaya çıkıyor ki; nasıl bir gaflettir, aklım almıyor. Bu kadar kolay düşmemelilerdi diye düşünüp zeka seviyeleriyle ilgili olumsuz yorumlar yapıyorum. Ama yumurtaya can veren Rabbimizin hikmetinden de sual olunmuyor! Sünnettullah bir şekilde işleyecek elbette!

Süleyman ÖZIŞIK’tan FETÖ Borsası İtirafı

Uşak Belediyesi yoluyla Uşak’a dadanmış, rektör Sait ÇELİK’e ekibiyle birlikte kumpas kurmuş sözde gazeteci Süleyman ÖZIŞIK’ın bir videosu ortaya çıktı. Bir yıl önceki videoymuş. Yeni ortaya çıkıyor! ÖZIŞIK, Bakan SOYLU’ya masum olduğuna inandığı insanların dosyalarını götürmüş, hepsi de görevlerine dönmüşler! Vay be! Demek ki neymiş? Göreve dönmek için yargıya gerek yokmuş! ÖZIŞIK açıkça FETÖ Borsası bende, bana gelin başka kapı aramayın demiş..!

Halkın arasında 5 yıldır gündem olan ama devletin duymadığı FETÖ borsasını gizli saklı da götürmemiş ÖZIŞIK! Böyle bir yayını yaparak ey sıkışan FETÖ şüphelileri bana gelin biz buradayız demiş. Karanlık ilişkileri ortalığa yayılmış utanmadan çıkıp hâla konuşabilen bir gazeteci için aksini nasıl düşünelim? Dosyanızı getirin biz temizleyelim diyor adam. Fakat bu eylemini MAĞDUR kelimesi altında gizliyor! Şaka gibi ama gerçek. Saniyeye değil saliseye beş on yalan sığdırma kabiliyetine sahip kardeşler topluluğunun önde gelen bir kişiliği. Belediyelerde ciddi faturalar karşılığı yazarlık dersi veren, büyük gazeteci aynı zamanda büyük bir hukuk allamesiymiş meğer! Adam resmen idare mahkemesinin yerine geçmiş ! Şimdi cevabı aranan basit soru şu! Göreve döndürülen ve binlerle ifade edilen kişiler hangi menfaat karşılığı göreve döndürüldüler? ÖZIŞIK ve benzerlerinin çıkar gözetmeden iş yapmadığını bilecek tecrübemiz var. Uşak ili bunun en canlı tanığı !

Şimdi devletin yapması gereken, ÖZIŞIK’ın kefil olduğu binlerce FETÖ mağdurunun isimlerini tek tek tespit edip bu dosyaları tekrar incelemektir. Bugün yapılmazsa yarın yapılacaktır zaten. Örneğin benim üniversitede FETÖ mensubu olarak bildiğim birisi var. Beş altı ay içeride yattı, tahliye edildi, beraat etti ve jet hızıyla göreve döndü, tazminatlarını aldı. Merak ediyorum bu kişi var mı mağdurlar arasında. Halbuki malum bankada 300-500 lirası tespit edildiği için veya FETÖ iltisaklı bir derneğe değil yönetici, üye olduğu için ihraç edilenler hiçbir şekilde göreve dönemediler. Dosyaya bakan idare mahkemeleri de iltisak gördüklerinde kolay kolay dönüşe ruhsat vermiyorlar. Bu gerçeği sadece bir tespit olarak söylüyorum. Bu ihraçlara karşı kovuşturmaya yer yoktur kararı alanların veya yargılanıp beraat edenlerin göreve döndürülmemesinin hukuka uygunluğu ayrı bir ciddi melese ve tartışma konusu. Gelelim gazetecilere;

Namusu Maaşı Kadar Olanlar

İlk etapta namusu maaşı kadar olduğu iddia edilen gazetecilerden ÖZIŞIK, kardeşler (üçü bir arada), Veyis ATEŞ, Cem KÜÇÜK, galiba stratejist gazeteci olduğunu iddia eden Fatih TEZCAN düştü. Üstelik “bu kadar lağım bir gün patlarsa… Sedat Peker konuşuyor ya hiçbir şey konuşmadı, siz daha hiçbir şey bilmiyorsunuz” gibi itiraflarda bulundu. Bugüne kadar neredeydin kardeş diyesi geliyor insanın. Bugüne kadar Süleyman ÖZIŞIK’ı ifşa etmenin dışında hiçbir mağdurun elinden tutmuşluğuna şahit olmadık. Ortaya çıkıp Atatürk’e sövmenin stratejistlik ve İslamcılık olduğunu sanmanın derin pişmanlığını gördüm son itiraflarında. Veya ben öyle anladım.

Birçok gazeteci topun ağızında, çok sayıda isim zikrediliyor. Anlaşıldı ki gerek iktidar gerek muhalefet cenahından birçok gazeteci Sedat PEKER’in rahle-i tedrisinden geçmiş. Büyük iş adamı Sezgin Baran KORKMAZ’ın kucağından geçenleri de suç örgütü reisinden öğrendik.

Çin Sarayını Basan Kürşat’tan, Ağa Köşkünü Basan İnce Memed’e

İktidar ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemiyor. Halk mutlu. Zira bu skandalın temizliğe vesile olacağı umudunu taşıyor. Muhalefet mutlu. Mutluluklarının nedenini tam anlamıyla anlamış değilim ama mutlular. Bu Tsunami’nin kendilerini vurmayacağını düşündüklerinden galiba. Gerçi PEKER’den Bakan SOYLU’nun adamı E.K’nin İş Bankası içine sızdırıldığını öğrendiklerinde biraz buruldular. Muhtemelen gelecekte daha derin burkuntulara yol açacak gerçeklerle karışılacaklar. Nitekim karşılaşmaya başladılar bile! Dini, milliyeti, inancı olmayan her kutsalın üzerine çıkan Mamon (para) Tanrısı siyasal renk mi ayırt eder? Fakat neticede muhalifler mutlu. Örneğin, Nihat GENÇ’in yayınları ve tivitleri Sedat PEKER güzellemesine dönüştü. Hatta babalar gününü Kokain baronlarının, din tüccarlarının hırsız yüzlerini ortaya çıkartan, tövbe getirip Allah’a ve milletine sığınmış, alemlerin babası, muhalefetin babası, kırk yaş altındakilerin babası, Sedat Peker’e Allah ömür versin, yadellerde Allah’a emanet olsun, babalar günü kutlu olsun!” diyerek kutladı.

İlginç ama tesadüf değil. Sonuçta bugün muhalefet iktidara karşı korkularından PEKER sayesinde sıyrılıyor! Ancak ünlü bir yazarın bir suç örgütü liderini bu denli benimsemesi ne anlama geliyor? İktidarın bilim adamlarına bu psikolojiyi ve sosyoloji inceletip yorumlatmasını öneririm!

İnsana tapınma kültünün egemen olduğu bu topraklarda 200 yıl sonra Sedat PEKER’in bir Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi anılabileceğini herkes zihninin bir yerine yazsın. Türkçü Turancı Sedat’tan, toprak ağasıyla mücadele eden sosyal adaletçi bir İnce Mehmet çıkarttılar bile. Sağ kültür de sol kültür de bu tür duygulara uygun ve teşnedir.

Muhalif Gazeteciler Kapıştı

İşte biz bu gündemle meşgulken bir anda muhalefet medyası karıştı. Kendilerini Atatürkçü diye tanımlayan iki gazeteci birbirine girdi. 77 yaşındaki meşhur araştırmacı gazeteci Uğur DÜNDAR ile 56 yaşındaki Yılmaz ÖZDİL.

 ÖZDİL, Yılmaz Özdil, Artı1 TV'yi kimin kurduğunu sorup, “Dürüst ve güvenilir(!) gazeteciler niye bundan bahsetmiyor” diye haklı bir eleştiri tiviti atınca ortalık karıştı. Burada buharlaşan para 40 milyon kadardı. Uğur Abi çok kızdı. Kükredi, cenazeme bile gelmeyeceksin dedi. Mahalle karıştı. Diğer yanda gazetecilik yapmaya çalışan İsmail SAYMAZ aynı mahallenin hedefi oldu. Şunu yapamadı, şunu da yapmadı, bunu da yapamadı diye adamı linç ettiler. Özellikle de şöhretin şehvetine kapılmış ÖZDİL, SAYMAZ’a saldırıda da başroldeydi. Oysa adam elinden geleni yapmıştı ve fena da yapmamıştı doğrusu. Daha ne yapacaktı? Pire deve yapılarak egolar tatmin edildi. ÖZDİL haklı eleştirisinin yanında bu hareketli günlerde öne çıkan isimlerden rahatsız oldu ve bende buradayım dedi galiba! Aslında ilk defa iktidar psikolojik üstünlüğünü yitirmiş, PEKER içinde bir dönem bulunduğu iktidar cenahını karıştırmış ve geriletmişti. İşte bu ortamda mahalle gazetecilerinin egosu ortaya çıktı. Herkes birbirine gazetecilik dersi vermeye girişti.

Devrinin en dürüst, en namuslu, en ahlaklı araştırmacı gazetecisi olduğu varsayılan kişi ahlak ve adamlık dersi verdi. Bağırdı, çağırdı, işi duygusallığa ve şova dönüştürdü. Karşısında Atatürkçülüğün kalesi kalemi ve hatta dağı kabul edilen Yılmaz ÖZDİL vardı. Gerçi Yılmaz ÖZDİL Kapitalizm düzeninden bilistifade bir Atatürk kitabı çıkarmış, 1881 adet sınırlı sayıda özel baskıyı 2500 liraya satma becerisi göstermiş bir şahsiyetti. Yılmaz abiye 2500 lira verip Atatürk’ü kitabından öğrenecektik. Eski Türkiye muktedirlerinin, yeni Türkiye muktedirlerine karşı ahlaki öğretilere ağırlık veren muhalif konumlarıyla pek bağdaşmayan bir uyanıklık örneğiydi.

Ancak işlek kalemiyle en iyi muhalif yazarlardan olan bu yazarı kınamadığımı söylemeliyim. Güzel ve polemikçi üslubuyla ciddi bir çekim alanı oluşturup, ekmeğini kendi mahallesinin inanlarından çıkarıyor. O’nun bu tavrını Yeni Türkiye’nin kamu malı yağmalayan unsurlarına, sözde Müslüman kardeşlerime her zaman tercih ederim. Ederim etmesine de eski Türkiye’nin muktediri olan yeni Türkiye muhaliflerinin de kamu malı konusundaki duyarsızlıklarını da unutmam. Bugüne gelen yolların taşlarını onlar döşemişlerdi. Sistem kökten değişmediği takdirde muhalefet iktidar olduğunda da benzer sonuçlarla karışılacağız.

Sonuç olarak iki milyon takipçili Yılmaz ÖZDİL, Uğur DÜNDAR gibi bir abisine dalaşmaması gerektiğini öğrendi. Ne kadar meşhur olursan ol, bazı tabulara dokumazsın. Uğur abi de kendi çapında bir tabuydu. Mahallenin eski raconcularındandı. Derli-toplu, sunumu güzel bir adamdı. Bir devre imzasını atmıştı. Gençlik çocukluk ve yıllarımızın tv başında beklenen araştırmacı gazetecisiydi! Yılmaz ÖZDİL, sadece mahallesine hitap eder, ancak DÜNDAR’ın konumu o mahalleyi dahi biraz aşardı. ÖZDİL yaşayarak öğrendi kime dalaştığını. Bu arada araya girenler ortamı yumuşattılar. İktidarın götürdüklerin yanında 40-50 milyonun lafı olmayacağı konusunda ÖZDİL’i ikna ettiler. 77 yaşındaki Uğur abiyi yumuşatıp konuyu yanlış anladığına ikna ettiler ve barışı sağladılar. Elbette araya girenler arasında Sedat PEKER de vardı! Adam taa Dubai’den muhalefetin birlik ve beraberliği konusunda nasihatler verdi ve duayen muhalif gazetecilere yol yordam öğretti. Ne var ki bu talihsiz olay, Türk basın tarihideki yerini eski ve yeni Türkiye’nin gerçeği olarak aldı!

Ülkemizde Gazetecilik ve Aydın DOĞAN’ın Sahneden Çekilirken Bile İslamcılara Attığı Kazık!

Öncelikle ara başlığın ikinci kısmı kara mizahtır. Cümle olarak gerçekliğine takılmayın lütfen. Bizde Gazetecilik hiçbir zaman kurumsallaşmadı. Zor şartlar altında ve yokluk ve imkânsızlıklar içinde kıvranan gazeteciler hiçbir zaman layıkıyla gazetecilik yapamadı. Gazete patronları tarafından karın tokluğuna çalıştırıldılar. İstisna kabul edilecek az sayıda gazeteci yetişti. Onların da çoğu halk destekli iktidarların totaliter eğilimlerinin kurbanı oldu.

Çok partili demokrasi sürecine geçtikten sonra yükselmekte olan gazetecilik mesleğinin gelişimi, eski Türkiye’nin en önemli aktörlerinden Aydın DOĞAN marifetiyle yok edilmişti. Türkiye gazetecilik alanı dışında yatırımlara girişen patron gazeteciliğinin iğrençliğiyle o zaman tanıştı. Aydın DOĞAN tecrübesini, güç ve iktidar taleplerinin önünde en büyük engel gören eski Türkiye’nin muhalif aktörleri, yeni Türkiye’yi inşa ettikleri devri iktidarlarında basını tamamen ele geçirerek bu sorunu ortadan kaldırdıklarını zannettiler. Bunun için basına milyar dolarlar yatırdılar. Bu işi yaparken ahlaki öğretilerinin temeli olmadığı için düşmanlarına benzediler. Karalarına ak, muhaliflerinin akına kara diyen bir basın ürettiler. Bu ülkede hiçbir iktidara nasip olmayan gücün sahibi olarak 20 yıllık iktidar, güç şımarıklığı ürünü uygulamalarıyla bu yanlışlara adeta tüy dikti. Erk sarhoşluğuyla halkın tanıdığı krediyi hovardaca harcadı. Bu güç iktidarda halkla inatlaşmaya gidilebilir hissi yarattı. Bu, 20 yıllık iktidarı sırasında 13-14 yılı boyunca “halk ne diyorsa odur” “patron halktır” sloganlarıyla siyaset yapan liderin kendi siyasetiyle ters düşmesiydi. İstanbul seçimlerinin tekrarı bu duygunun eseriydi. Bugün görüyorlar ki çağ değişmiş. Politikalarıyla Aydın DOĞAN’ı zengin etmişler! Milyar dolarlarla aldıkları basın kuruluşları satsalar beş para etmez olmuş. Edindikleri basın silahı çakar almaz bir tabancaya dönüşmüş. Her ateşlendiğinde silahı tutan ele zarar veriyor! Büyük bir şaşkınlık söz konusu. Her gün içlerinde atom bombası etkisi yapan üç beş tivite ve youtube karşı nasıl mücadele edeceklerini bilemiyorlar! Zira konumlarını değiştirmemekte ısrar ediyorlar. Savcıları harekete geçireceklerine defolu gazetecileri harekete geçiriyorlar! Büyük acziyet içindeler.

Sonuç olarak İsa resul diyor ya hani: “Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın." Herkes elindeki taşı bıraksın ve aynasına bir baksın. Bu ülkeyi hep beraber bu hale getirdik. Sağdan veya soldan hiç kimse gazetecilikte ahlak dersi vermemeli. İşini layıkıyla yapmalı. Mütevazi olmalılar. Özellikle 50-60 yaşını aşmış kişilerin meslekte ak sakal kimliğiyle vaaz verirken kendi özeleştirilerini de yapmalarını bekleriz. Aksi takdirde inandırıcı olmuyorlar. Sedat PEKER’e neden inanıldığını bu aksakal gazetecilerin tekrar düşünmesini ve halkın önünde özeleştirilerini yapmalarını tavsiye ederim.

Televizyonların baş konuğu oldukları yıllarda Uğur abinin birçok hatası, eksiği kusuru oldu. Onun hakkında da çok şey duyduk. Gençler bilmez, hatırlamaz, Kadir ÇELİK diye bir gazeteci vardı. En son 2013 yılında bir özel televizyonda Objektif adlı bir program yaptığını hatırlıyorum. Uğur abi onunla bir ara kapışmış birbirlerine kılıç çekmişlerdi. Rezillikler ortaya yayılacakken araya girildi, sulh sağlandı. O dönemlerde adları büyük ahlakları küçük gazeteciler birbirlerinin seslerini kayda alıp tuzak kurarlardı. Özel haberlerin parayla yapıldığı devirlerdi. Mağdur olmak yetmiyordu. Aynı zamanda haber yaptıracak kadar zengin/mağdur olmalıydınız ki, ülke sizi duysun! Ülkenin isim yapmış gazetecileri size sahip çıksın. Hz. Google’ı tarayanlar bunlarla ilgili bir çok bilgi ve belgenin ip uçlarına ulaşabilirler.

Sonuç olarak eski Türkiye’nin de yeni Türkiye’nin de tüm aktörlerinin cemaziyel evvelini biliriz!

Ben Senin Cemaziyel-evvelini Bilirim

Ne demek istedik gençler anlasın diye hikayesini anlatalım.

Şimdiki gibi dosyalama düzeninin olmadığı o dönemde devlet dairelerinde bu iş için çuvallar kullanır ve her aya ait biriken belgeler bir torbaya doldurarak korunur üzerine evrakların ait olduğu ayın adı yazılırdı. Sene sonunda on iki tane olan evrak torbaları arşive kaldırılırdı. Arşive kaldırılan belgelerin birbirine karışmamasının ve arandığı zaman kolay bulunabilmesinin sağlanması için torbaların üzerine iri yazı ile ait olduğu ayın adı yazılır, bundan sonra torbalar mahzene indirilip, orada sıraya konulurdu. O tarihlerde alaturka saat ve hicri takvim kullanıldığından torbaların üzerine yazılan aylar; Recep, Şaban, Ramazan, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir şeklinde idi…

 Yıllardan birinde cemâziyel evvel ayına ait belgelerin bir sandığa konulup, sandığın kapağı mühürlenerek belgelerin başka bir yere götürülmesi gerekmiş. Arşivde görevli dar gelirli bir memur, istenilen belgeyi sandığa boşalttıktan sonra eski yıllara ait boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir süre sonra da yoksulluk nedeniyle bu torbadan kendine don, gömlek, iç çamaşırı diktirmiş ve giymeye başlamış. Torbanın üzerindeki saf bezir işi mürekkep, çamaşırın birkaç kez yıkanmasına karşın çıkmamış ve torbanın üzerindeki cemâziyelevvel yazısı, iç çamaşırın arka bölümünde olduğu gibi kalmış. Bir gün hamama giden katip, orada daire arkadaşı ile karşılaşmış. Arkadaşı katibin iç donunun üzerinde yazılı kalan cemaziyelevvel yazısını fark etmiş. İşi anlamış ama ses çıkarmamış.

Gel zaman git zaman torba hırsızı katip mesleğinde terfi ederek müdür olmuş.
Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giyer olmuş.
Eski meslek arkadaşlarına tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun emrinde çalışıyormuş. Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış.
Gururu kırılan arkadaşı eski torba hırsızı müdüre şunları söylemiş: “Haydı canım sen de, kime hava atıyorsun? Ben senin cemaziyel-evvelini bilirim…”

Anlayan anladı. Anlamayana açıklayalım. Gazeteci siyasetçi bürokrat kim ki bu topraklarda yetişti, cümlesinin cemaziyelevvelini biliriz.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.