2011 yılı rektörlük seçim süresince ve görev yaptığım ilk iki yıl içinde FETÖ’cü olarak bildiğim Mehmet HATİPOĞLU ayrı bir vakadır. FETÖ sorunu ülkenin gündemine gelmeden önce FETÖ çevresinde gördüğüm bu arkadaş, 2013 yılında doktorasını tamamlamaya çalışırken FETÖ dışında farklı kesimlerle de takılmaya başlamıştı. Onu, önceleri mutaassıp bir “cemaatçi” değil diye düşünürken zamanla yeni takıldığı kesimlerden ve ikili görüşmelerimizde verdiği mesajlardan “cemaatçi” olmadığını düşünmeye başladım. 17/25 Aralık süreci henüz başlamadığı bir dönemde FETÖ’nün falsolarını gördüğü ve bu yapıdan uzaklaştığı sonucunu çıkartmıştım. Bu durumu ferasetine ve basiretine yormuştum. Bu dönemde annesi de kanser hastası olmuştu. Bu sebeplerle genç akademisyen HATİPOĞLU ile daha yakından ilgilenmeye, onu teşvik etmeye ve ona yardımcı olmaya çalıştım. Ne de olsa hukukçuydu, benim de Tıp ve Diş Hekimliği Fakültelerinden sonra Hukuk Fakültesini de kurmak gibi bir düşüncem vardı. Bu nedenle hukuk doktoralı arkadaşları üniversitede toplamaya ve muhafaza etmeye çalışıyordum.
Doktorasını bitirmeden önce Yardımcı Doçent kadrosu iznini aldım. Bitirir bitirmez de hem Yardımcı Doçentlik kadrosuna hem de hukuk doktoralı olmasından dolayı Adalet Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü’ne atadım. 22 Nisan 2013 tarihinde YÖK tarafından açılması kabul edilen Adalet MYO dosyasının hazırlanmasına da yardımcı olmuştu. 2011-2012 yıllarında üniversite ile ilgili çıkan haberlerin altına şahsımı kıyasıya eleştiren yorumlar yazan Mehmet HATİPOĞLU artık her işimize koşturan bir prensimiz haline gelmişti. Bu durumu Emniyet KOM’daki ifadesinde “2013 yılında doktoramı tamamlayarak Yardımcı Doçentlik kadrosuna geçtikten sonra doğal olarak üniversitede başka hukukçu olmadığından yeni açılan Adalet Meslek Yüksek Okuluna beni Müdür olarak rektör Sait ÇELİK atadı. Bu dönemde ben rektöre ya da yönetimine hukuk alanında sormuş oldukları sorulara cevap vererek bir çok konuda yardımcı oldum. Bu sebeple de hem rektörle hem de yönetimi ile aram iyiydi.” Sözleriyle aktarmaktadır.
Mehmet HATİPOĞLU yönetim kadromdan olduğu halde rektörlük seçimlerinde çekimser davranışlar sergilemeye başlamıştı. Muhtemeldir ki YÖK Yürütme Kurulu Üyesi İbrahim HATİPOĞLU onu da ayartmış, o da CAHAN’ın operasyon ekibine dahil olmuştu. Ancak belli etmemeye gayret ediyordu. 2011 yılından 2014 yılının sonuna kadar Nurullah CAHAN grubunun düzenlediği cemaat etkinliklerinin hiç birinde görmediğim Mehmet HATİPOĞLU, nasıl olmuş ise olmuş, aniden, hızlı ve saygın bir CAHAN grubu elemanı olmuştu. Dahası yeni grubunun köklü bir müntesibiymiş gibi, Emniyet Kom’a aleyhimde ifade vermeye koşmuştu! Bu FETÖ avcısı önemli tanık, ilk ifadesini 15 Temmuzun akabinde 13/08/2016 tarihinde veriyor. Ben tutuklandıktan 10 gün sonra, 10/01/2017 tarihinde Afyonkarahisar Kom Şubede bir ifade daha veriyor.
İfadesinde ne serden ne de yardan geçecek bir şekilde “Ancak 17-25 Aralık süreci ile birlikte rektörün yanında ve çevresinde akademik veya idari personellerin makbul olmadığını ve söz konusu FETÖ/PYD terör örgütü ile ilintili kişilerin daha çok söz sahibi olmaya başladığı kanaatine vardım” demiş, bir başka ifadesinde “17/25 Aralık süreci ile birlikte FETÖ silahlı terör örgütü ile ilintili kişilerin daha çok söz sahibi olmaya başladığı kanaatine vardığını, bu nedenle rektörlük seçim sürecinde Sait ÇELİK'i desteklememe kararı aldığını” (İddinameme sf.108) söylemiş ve sen de mi Brütüs sözünü hak etmiştir. Yani daha önce değil de 17/25 Aralık sürecinden sonra FETÖ’cüler söz sahibi olmaya başladıklarını iddia ediyor! Dahası “…seçim sonuçlarında Sait ÇELİK'in almış olduğu oy sayısını da dikkate alarak yapı ile irtibatı olan bütün hocaların blok halinde Sait ÇELİK'e oy verdiklerini, bu sonucun Fetö’cü yapılanmanın Uşak Üniversitesinde hangi boyuta geldiğini gösterdiğini...." söyleyerek sözün namusunu kirletmekte bir beis görmemiştir! Sonuç olarak, CAHAN’ın “arkadaşlarımız davayı takip ediyor bizzat gidip ifade veriyor” mealinde sözleri basında da çıkmıştı. İşe bu arkadaşlardan biri, FETÖ’cü mahkum polis müdürü Y.B’nin avukatı Hüseyin Ufuk UĞUR, diğeri de 2011/12’nin FETÖ’cüsü 2015 yıllarının da hızlı tarikatçısı Mehmet HATİPOĞLU idi! Bu kan donduran iftira karşısında insanın, madem FETÖ’cüler bana blok halinde oy verdi sen nereye oy verdin HATİPOĞLU diyesi geliyor!
Evet, oysa HATİPOĞLU, 2011 yılında kendisi bizzat FETÖ içerisindeyken, FETÖ’nün ayrı bir rektör adayı çıkardığını ve benim kendi “cemaatlerinden” olmadığımı gayet iyi biliyordu. Özellikle 17/25 Aralık sürecinden sonra kuvvetli FETÖ şüphesi olanları bir şekilde görevinden uzaklaştırdığımı da çok iyi biliyordu. Bugün net olarak görüyorum ki, 17/25 Aralık sürecinden sonra yanımdan uzaklaştırmam gerekenler içinde bizzat HATİPOĞLU ve ona yakın olan kişiler de varmış! Zira 10 Kasım 2020’de www.usak.tv’’de yayınlanan “Üniversitede FETÖ Mücadelesi Sait Çelik Tutuklandıktan Sonra FETÖ Himayesine Nasıl Dönüştü?” başlıklı haberdeki belgeler oldukça dikkat çekici. Meğer benim farklı gruplardan bildiğim adamların bir kısmı FETÖ şüphelisiymiş! FETÖ’cü olup olmadıkları mutlaka araştırılması gereken bu adamlar bana FETÖ’cü diyerek kendi FETÖ’cülüklerinin üstünü örtmeye kalkmış olabilirler! Belki de bana FETÖ’cü demeleri karşılığında FETÖ dosyalarının kapatılmasını ödül olarak aldılar!
Mustafa Akıl Hocamızın Brütüsü Gökhan ACAR
Sezayi DAŞDEMİR tarafından teşvik edilip valilik üzerinden KOM’a paslanarak akla ziyan iddiaları dile getiren diğer bir iftiracı isim de Doç. Dr. Gökhan ACAR’dı. Bu şahsı bana Spor Bilimleri Fakültemizin kurulmasında büyük emeği geçen Mustafa AKIL hocamız refere etmişti ki, bu hocamız çok nitelikli bilimsel dosyasına rağmen 2 yıldır profesörlük kadrosu verilmeyerek hakkı yenen hocalarımızdandır. Kuvvetle muhtemeldir başka bir üniversiteye güçlü bilimsel dosyasıyla geçiş yapacaktır.
O günlerde harıl harıl fakülte ve bölümler kuruyor öğrenci ve öğretim üyesi sayısını artırmaya çalışıyorduk. Bu süreçte Mustafa AKIL hocamız Gökhan ACAR’ı teklif ettiğinde, her personel önerisine karşı yaptığım gibi Mustafa hocaya da siz de tekrar araştırın ben de araştırayım demiştim. ACAR’ın rektörü Prof. Dr. Seyit AYDIN hocayı arayarak ACAR’ ın üniversitemize gelmek istediğini söyledim ve nasıl birisi olduğunu sordum. O da “hocam siz bilirsiniz ama alırsanız geldiğinin ilk haftasında olay çıkarır, biz huyunu bildiğimiz için idare ediyoruz” mealinde bir şeyler söylemişti.
Rektörümüzün ifadesini ACAR’ ı öneren Mustafa hocaya aktardığımda “hocam olay çıkarırsa onu da alır giderim” demişti. Mustafa hocanın ısrarından ve kendisine güvenmesinden cesaret alarak ve tebdili mekanda ferahlık vardır, belki arkadaşımızın psikolojik olarak rahatlamasına ve iyiliğine vesile oluruz düşüncesiyle Gökhan ACAR’ı kabul ettim.
Ancak Gökhan ACAR, rektörü Seyit AYDIN hocayı yanıltmadı. Aynı yıl Ağustos ayında özel yetenek sınavı ile öğrenci alımı sırasında bir öğrenciye saldırarak darp etti, mahkemelik oldu. Arkasından Fakülte Sekreteri Zafer SARISAMAN’ a saldırdığı ve hakaret ettiği için disiplin soruşturması başlattım. Çok geçmeden besle kargayı oysun gözünü kabilinden Mustafa AKIL hocaya da darp girişimde bulunmuştur. Mustafa Hoca ise merhamet gösterdi ve ACAR’ın yeni bir çocuğunun olduğunu, dosyasında çok sayıda disiplin cezası bulunduğunu ve işlem yaparsak kamudan atılacağını söyleyerek şikayetçi olmadı. ACAR yine çok geçmeden dekanı Prof. Dr. Elçin YUSUFOĞLU’nu ve fakültedeki bazı hocaları da tehdit etti.
Gökhan ACAR’ın fakülte ile tamamen kavgalı olması yüzünden doçent olmasına rağmen üzerindeki soruşturmaları gerekçe göstererek kadro ilanına çıkmadım. Bu şartlarda kendisine kadro veremeyeceğimi ve mağdur olmaması için başka bir üniversiteye gitmesi yönünde kendisine haber gönderdim. Ancak müracaat ettiği hiçbir üniversite kendisini kabul etmiyordu. Bu durum ACAR’ın şahsıma karşı kinlenmesini daha da artırdı.
Ertesi yıl yapılan özel yetenek sınavında sorun çıkaracağı düşüncesiyle pasif bir görev verilmesini hazmedememiş ve Emniyet KOM’daki ifadesinde dekanını, Mustafa hocayı ve sınav jürisini FETÖ’cü öğrencileri almakla itham etmiştir. Oysa o sınavlarda kendisi de görevliydi ve tüm tutanaklarda da imzası bulunmaktadır. Diğer taraftan kendisine disiplin cezası veren rektör yardımcısı Sayın DALKIRAN’ı da FETÖ’ cülükle suçlamış, şahsımı ise “Sait ÇELİK cemaatin üniversite içerisindeki gizli elemanıdır” diyerek Brütüs’lüğünü göstermiştir! İşin garibi bir kişinin böyle bir hükümde bulunması için o yapının içinde olması gerekmez mi? Böyle bir bilgiyi nasıl bilebilir? Halbuki, ACAR’ın FETÖ’cülükle suçladığı hocaların hiç birisinin FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Eşinin patronu FETÖ’cü olan, hatta kendisinin FETÖ’cülerle iş/aş irtibatı olan kumpasın önemli isimlerinden Muhterem KURUÇAY gibi sözde milliyetçi ve ülkücülerden değil Mustafa AKIL hoca FETÖ ile hiçbir ilişki kurulamayacak hasbi ülkücülerdendir.
ACAR kurgu ifadesini güçlendirmek için Doç. Dr. Ersan KARA ve Yrd. Doç. Dr. Abdülselam KÖSE isimli hocaları şahit göstermiş ancak Emniyet KOM ve savcılık bu kişileri elbette dinlememiştir! Şayet bu tanıkları dinlemişlerse de müfteri Gökhan ACAR’ı yalanlamış olacakları için kayıtlara geçirme gereği duymamışlardır! Böyle bir Brütüsü Uşak KOM Müdürlüğü kaçırır mı? Kaçırmadı elbet.
Ali Galip BALTAOĞLU, kurulan kumpası yazdığı bir diğer makalesinde özetle şunları söylüyor:
“Bir başka duyumum da şudur. Gökhan ACAR denen öfke kontrolü olmayan hasta olması kuvvetle muhtemel bir boksör doçent BİMER’E şikâyetlerde bulunuyormuş fakat YÖK işlem yapmadığı için sonuç alamıyormuş. Bu nedenle UŞAK VALİLİĞİNE başvurmuş. Sayın Vali bu iddiaları ÇOK TUTARLI bulmuş ve derhal arkadaşı KOM’a göndermiş. İfadesini kayda geçirtmiş. İddia şu:
Rektör FETÖ’cü imiş. Alman İstihbaratının adamı imiş. Üniversitedeki Arkeoloji bölümü başkanı Prof. Dr. Rainer hoca ile konuşmasından anlamış. Hoca spor yaparken, Rainer hocayla telefonda konuşmuş. “Rainer hoca demiş, Isabel hanıma söyle orayı boşaltsın, depo doldu” ! Soy ismi gibi ACAR boksör buradan rektörün tarihi eser kaçakçılığı yaptığını anlamış. İsabel denen kişi de Knauf şirketler gurubunun başı İsabel Knauf’muş. Bu İsabel Knauf (her kimse) Türk devletine hükmeden bir şahsiyet olduğu için rektörün FETÖ’ soruşturmasına engel oluyormuş. Sonuç alınamıyormuş. Rektörün tarihi eser kaçakçılığı gibi gizli işlerini de Ali Galip BALTAOĞLU’nun, (YANİ BENİM) yaptığı söyleniyormuş. İş ortaya çıkacak da yakalanacağım diye Antalya’ya kaçmışım!!!
Demek Antalya başka bir ülke imiş. Antalya’ya kaçınca işlediğim iddia edilen cürümlerden kurtuluyormuşum.
Tarihi eser kaçakçılığı iftirasına savcılarla ortak çalıştığı anlaşılan sosyal medyadaki sahte hesaplar, kamuoyunu böyle mi hazırlanıyor sayın savcım..?!!!”
Bütün bunlar şaka mı sayın savcım” (https://www.baltaoglu.net/93-guncel/196-usak-universitesinde-buyuk-kumpas-feto-nasil-meto-oldu.html ).
Bu İddialar Hakkında Başsavcıya Dilekçeler Yazdım
Cezaevinden şahsım hakkındaki diğer iddialarda da olduğu gibi ACAR’ ın bu iddialarını da eski başsavcı GÜMÜŞ’ e yazdım. Bu iddiaların çok ciddi iddialar olduğunu, öyle kayıtlara geçirilip de geçiştirilecek iddialar olmadığını ve derhal gereğini yerine getirmeleri gerektiğini yazmıştım. Ancak diğer iddialar gibi ACAR’ın söylediklerinin iftira olduğunu çok iyi biliyorlardı ve bu yüzden de ACAR’ın da yalanlarının üstünü örttüler.
Bu talihsiz olayda en büyük üzüntüm Türk dostu Alman bir bilim insanı olan Prof. Dr. Rainer Maria CZICHON’a yapılan bu haksızlık ve terbiyesizlik olmuştu. Hiçbir şekilde tevil götürmeyecek bu zırvaları kayıtlara geçirenler bunları düşünmekten aciz miydi? Hadi polisler bunları düşünemedi diyelim! Savcılık ve bu işe alet olan valilik makamı da mı bunları düşünemedi? Ülke itibarına gelecek zararı nasıl görmezler? Önemli bir FETÖ davasında bir Alman bilim adamının ismi tarihi eser kaçakçısı diye geçirildiğinde, olayların Alman ve diğer istihbarat örgütlerinin raporlarına geçmemesi mümkün müdür? Bu olayların diplomasi mahfillerinde ülke aleyhinde kullanılmaması düşünülebilir mi?
Böyle bir iftiraya Alman kökenli isimleri de karıştırarak ülkenin itibarını zedelemesinden ve devlet kurumlarını meşgul etmesinden dolayı Doç. Dr. Gökhan ACAR hakkında işlem de başlatmadılar. Amaç deli saçması zırvalarla dosya köpürtmek ve hakikati dosyaların arsında kaybetmekti!
Gökhan ACAR, yukarıda kendisini deşifre eden yazıdan dolayı Ali Galip hocayı savcılığa şikâyet etmiş, savcı C. her zaman olduğu gibi mücrim lehine iftira ve hakaret isnadıyla hoca hakkında dava açmıştı! Dava sonucunda Ali Galip Hoca her iki suç isnadından da beraat etmişti.
Gökhan ACAR daha sonra yaptıklarından pişmanlık duymuş olacak ki Ardahan iline (ancak orada kadro bulabildi) giderken bir arkadaşına, haksız olduğunu düşündüğü için Ali Galip hocanın aldığı beraat kararını temyiz etmediğini, kendisini bu işlere Sezayi DAŞDEMİR’in sürüklediğini, DAŞDEMİR’in çok tehlikeli biri olduğunu ve Uşak’ta FETÖ borsası içinde yer aldığını söylemiş!
Doğrusu Cezaevinden tahliye olduktan sonra, DAŞDEMİR, başı FETÖ’den dolayı sıkıntıya giren şahıslara yanaşıp onları kurtarılacakları vaadiyle bazı avukatlara yönlendirmeye çalıştığını duymuştum. Kendi ifadesinde bazı polislerle yakın ilişki içinde olduğunu söyleyen DAŞDEMİR’in FETÖ borsasıyla ilişkilendirilmesi ACAR’ın bir diğer iftirası mıdır bilemem. Ancak Gazeteci Kazım ŞEN’den duyduğum öyle şeyler var ki bizim tahminlerimizle örtüşüyor. Bu bilgileri merak eden kamu görevlileriyle paylaşabilirim. Şimdilik bu kadar yeter.
Bir Başka Brütüs de Adem DURU
Emniyet KOM’ un şahsıma iftira atacağını umduğu diğer bir isim de göreve başladığımda dekan yardımcısı olarak atadığım Prof. Dr. Adem DURU idi. DURU’nun kendi yüksek lisans hocası ve aynı zamanda akrabası olan mevcut rektör Ekrem SAVAŞ, 2011 yılı rektörlük seçimlerinde lehimde adaylıktan çekilerek daha fazla oy almama neden olmuştu. Şahsıma verdiği destekten ve arkadaşlığımızdan cesaret alan SAVAŞ üniversiteyi uzaktan yönetmek istiyordu. Rektör yardımcılığı ve dekanlık gibi atamalarda önerdiği her teklifi istisnasız kabul ettim. Bunlardan birisi de rektör yardımcısı olarak atadığım Prof. Dr. Salih ÇELEBİOĞLU’dur. Ki bu hoca, 17/25 Aralık’tan epey önce Uşak Üniversitesinden ayrılmış ve geldiği yer olan Ankara’ya dönmüştü. Orada FETÖ’den işlem gördüğü gerekçesiyle şahsımın da FETÖ’cü olduğuma dair şebeke tarafından medyada algı çalışması yapıldı ve mahkemede aleyhime delil sayıldı. El insaf demekten başka çare yok!
Ekrem Hoca İle Aramız Neden Bozuldu
Ekrem Hoca aramızdaki dostluk ve arkadaşlık ilişkisini istismar boyutuna taşımaya başladığında tavrımı koydum. Örneğin Kız kardeşinin üniversiteye alınması teklifini etik bulmadım ve reddettim. Ekrem SAVAŞ, özellikle akademik personel olarak alınacak kişileri tamamen kendisi belirlemek istiyor, bizim bulduğumuz isimlere de bir kulp takıp üniversiteye alınmamasını istiyordu. Bu yüzden pek çok sorun yaşıyorduk.
Yine bir örnek olması açısından, 2011 yılında Van ilinde deprem meydana gelmişti. Bu nedenle oradan bir çok akademisyen Uşak Üniversitesine gelmek istiyordu. Gelmek isteyenlerden birisi de Adem DURU’nun refere ettiği Ramazan ALTINAY’dı. Ancak Ekrem SAVAŞ, ALTINAY’ı “Van ilinden çok iyi tanıdığını ve asla üniversiteye sokulmaması gerektiğini” söylüyor, Adem DURU ise alınmasında ısrar ediyordu. Uşaklı olması ve anne babasının da yaşlı olması nedeniyle Uşak Üniversitesine gelmelerinin en doğal hakları olduğunu düşündüm ve atamasını yaptım. Bu olay üzerine Ekrem SAVAŞ ile ilişkimiz daha da bozuldu. Geldikten bir süre sonra da ilahiyat profesörü olan Ramazan ALTINAY’ı dekan olarak da atadım.
Zaten Ekrem SAVAŞ’ın dış müdahaleleriyle ve bakış açısıyla rektörlük yapmak mümkün değildi. Eski fakültelere yeni bölümler açarken pek çok da yeni fakülte açıyordum. Çok sayıda yeni akademisyene ve kadrolara ihtiyaç vardı. Kendisinden eleman istediğimde çok az sayıda isim öneriyor, gelmek isteyenlerin de önünü kesiyordu. Ekrem SAVAŞ’ın tavsiyelerini dinleyecek olsaydık üniversiteyi büyütmemiz ve kaliteyi artırmamız mümkün olmayacaktı.
Ancak kaderin garip bir cilvesidir ki rektörlük seçim sürecinde, dekanımız olan Ramazan ALTINAY, kendisinin Uşak’a gelmesine şiddetle karşı çıkan Ekrem SAVAŞ’ın peşine düşerek vefanın İstanbul’da bozasıyla meşhur bir semt isimi olduğunu bize hatırlatmıştır. Yanlış anlaşılmasın. Demokratik hakkıdır tesellisiyle vefasızlığa çoktan razıyız biz! Hiç olmasa, KOM’a koşup FETÖ’cü diye ifade veremediğine şükrediyoruz. Bu arkadaşa teşekkür bile borçlu olabiliriz! Zira ben cezaevine girdikten sonra mevzu bahis oldukça şahsımın FETÖ’cü olmadığına dair bazı mahfillerde tanıklık etmiş! Yine de eyvallah!
SAVAŞ’la İlişkiyi Kestik Ama Sorun Bitmedi
Ekrem SAVAŞ ile ilişkilerimizi bitirmiş olsak da sorunlar bitmiyordu. Adem DURU zaman zaman gelip Ekrem SAVAŞ’ın kendisine dekan yardımcılığından ayrılması için baskı yaptığından bahsediyordu. Bir gün Adem DURU “hocam doçentlik sınavına gireceğim, şayet görevi bırakmazsam Ekrem SAVAŞ jürime müdahale eder ve asla doçent olamam. Alanımdaki bütün matematikçileri tanıyor” mealinde sözler söyledi. Ben de kendisine “endişelerinde haklısın, en iyisi istifa et, doçent olunca başka bir görev düşünürüz” dedim.
Emniyetteki ifadesinde bu olayı, perde arkasındaki gerçeği söylemeksizin “doçentlik sınavımın yaklaşmasından dolayı dekan yardımcısı olarak görev yapamayacağımı kendisine ilettim ve 2012 yılının Mart ayında istifa ettim” demiştir.
Doçent olduktan sonra dekan yardımcılığı görevinden ayrılırken söylediğim gibi, yan gelirinin iyi olduğu itibarlı bir görev olan ÖSYM temsilciliğine atadım. Bu görev ÖSYM’nin yaptığı sınavları koordine etmek gibi oldukça hassas ve kritik bir görevdi. Adem DURU bu görevi 2015 yılı Nisan ayında yapılacak olan rektörlük seçimleri sathı mahalline girene kadar da devam etmiştir. Bu durumu Emniyet KOM’daki ifadesinde “Ağustos ayında ÖSYM’ deki görevimi yürütemeyeceğimi rektöre ilettim, daha sonra 2014 yılının sonunda rektör adayları belli olmaya başladığında yüksek lisans hocam Ekrem SAVAŞ rektör adayı olunca yanında yer aldım” diyerek açıklamıştır.
İnsanların hemşericiliğini, akrabalarını tutmasını, kabileciliğini ve aşiretçiliğini anlıyorum. Bu konularda adaleti ve hakkaniyeti gösterenler çok fazla değil. Nihayetinde Adem DURU gibi dindarlarımız bile feodal bağların pençesinden ve güdüsünden kendilerini kurtaramıyorlar. Bu yüzden de Brütüs’ün önde gideni olsa da DURU’ ya “sen de mi Brütüs” demeyeceğim. Ancak ifadesinde rektörlük seçimlerinde FETÖ’ cülerden oy aldığımı ima etmesine ve lafını evirip çevirerek şahsıma FETÖ imasında bulunmasına pes doğrusu demeden geçemeyeceğim. Kendisi Ekrem SAVAŞ’ ın seçimini koordine eden birisi olduğu halde kimlerin kapı kapı dolaşarak SAVAŞ için oy topladığın bilmeyecek kadar saf olduğunu düşünmüyorum. Kimin kimden oy aldığı ve FETÖ’cülerin kime oy verdiği aşağı yukarı bütün akademinin bildiği bir husustur.
Ona şunu söyleyeceğim: Gerçeği bildiğin halde dilini eğip bükerek şahsıma FETÖ iftirası atmaya çalışmandan ve vefasızlığından dolayı yazıklar olsun sana Adem DURU!
Ayrıca kamu da göreve dönmek için açtığım davada, İdare Mahkemesine FETÖ’ cü olduğumu gerekçe göstererek müdahil sıfatıyla iki kez resmi yazı yazmanızı da kınıyor sizleri Allah’a havale ediyorum. Belki “ben değil onu Ekrem SAVAŞ yazdı” diyeceksin. Ne fark eder? Hepiniz gerçeği bilmiyor musunuz?
Mevcut rektör Ekrem SAVAŞ gerçeği ayan beyan bilmektedir. Hem de memleket davamızın menfaat ve ahbap çavuş ilişkisi davasına dönüşmediği günlerden beri beni çok iyi tanımakta ve bilmektedir. Buna rağmen 35 yıllık arkadaşına FETÖ’cü terörist demesi, olsa olsa kötülüğün sıradanlaşması olarak adlandırılabilir. Sayın SAVAŞ’a hitabım şudur: Rektörlük seçimlerinde rakip olduğumuz doğrudur. Doğrudur da bu rekabetin doğurduğu husumet hissinin sonucu hakkımdaki bu iftiran mı olmalıydı? Şu camiada benim FETÖ’cü olmadığımı en iyi bilenlerden birisisin! Bunu bildiğine dair birçok tanık dinletebilirim. Hiç mi Allah’tan korkmadın? Kaç yıl daha yaşayacaksın Ekrem Hoca? İdare Mahkemesi evraklarına husumetini değil de, geçmiş günlerin ve Hakkın hatırına gerçeği yansıtarak değerlerimizi ve faziletini ortaya koyabilirdin! Beni bir yana bırak, çoluk çocuğumun bile ekmeğine şerefine haysiyetine düşmanlık edebilecek seviyeye ne zaman geldin! Gerçekten şaşıyorum. Ne diyeyim daha! Sana da yazıklar olsun Ekrem SAVAŞ. Aklım havsalam almıyor! Rahmetli Necip Fazıl’ın:
Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette;
Âlim ki, hayreti yok, ne boş yere gayrette!
şiirini hatırlattınız bana! Ne siz ne de öğrenciniz ve köylünüz Adem DURU bu imtihandan sağlam çıkmadınız!
Adem DURU hakkımda ifade verirken dilini eğip bükmüş, kendince dolaylı olarak başkalarını FETÖ’cü ilan ederken beni de yerel haber sitesindeki “haberlerdeki yorumlara dayanarak” FETÖ’cülükle itham etmiştir. Sanki yanımda değildi? Sanki gerçekleri bilmiyordu? Kurnazlığa bakar mısınız? DURU, İfadesinde şöyle demektedir? “… Ben YÖK’ün Mevlana projesi altında yurt dışında bulunan üniversiteler arasında karşılıklı anlaşmalar yaptığını basından öğrendim. Bu projenin yürütülen soruşturmalar kapsamında halen tutuklu bulunan daha önce de FETÖ’nün yurt dışında bulunan kurumlarında ve Uşak ilinde bulunan dershanesinde çalışan buradan Uşak Üniversitesine geçen, Kenan AKARBULUT 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimine kadar, yürüttü. Darbe girişiminden sonra görevden alındı, bu protokollerde Bosna Hersek’te bulunan Burç Üniversitesi Azerbaycan’daki Kafkas Üniversitesi ve Arnavutluk’ta bulunan ismini hatırlayamadığım bir üniversitenin protokolleri apar topar tek taraflı fesih edildiğini yerel haber sitesindeki yorumlardan öğrendim.”
Şimdi sen bu işin aslını bilmiyorsun öyle mi Adem DURU? Hedefe Kenan AKARBULUT’u koyup kendine yakın adamları gözden kaçırıyorsun öyle mi? 2013 yılında imzalanan bu anlaşmaların YÖK’ün onayından geçerek yürürlüğe girdiğini bilmiyor musun? O üniversitelerle anlaşmaların çoğu Kenan AKARBULUT tarafından değil de sizin bir türlü soruşturmasını yapamadığınız Mahmut Ünsal ŞAŞMAZ’ın Mevlana koordinatörlüğü döneminde yapılmıştır! Bu üniversitelerle anlaşmanın arkasında kim olduğunu, kimin aracı olduğunu en iyi o bilir! Sen de iyi biliyorsun aslında…
ŞAŞMAZ, senin Hakyol Vakfından olduğunu söylediğin Faysal GÖKALP referansıyla göreve getirdiğim biriydi. Yine sanıyorum Burç üniversitesiyle protokol yapılmasında aracı şahıs Faysal GÖKALP, EPOKA üniversitesiyle aracı olan hoca da bizzat oraya gidip görüşmeleri yapan Hakkı ODABAŞ’tı. Senin de çok iyi bildiğin üzere ŞAŞMAZ, ODABAŞ’ın araştırma görevlisiydi! Yani bunların hepsi ŞAŞMAZ döneminde bu hocaların aracılığıyla olmuş. 17/25 Aralık 2013 öncesinde yapılan bu protokoller farkına varıldığında feshedilmiş. Bu üniversitelerle yapılan anlaşmalarda ne öğrenci ne hoca alışverişi olmamış. Sen de biliyorsun ki 17/25 Aralık öncesinde YÖK onayı ile gerçekleşen bu anlaşmalar FETÖ’cülüğe delil değildir. Amma bu gayretin niye?
Bir suçlu aramak gerekirse senin en yakın adamların olan ŞAŞMAZ ve ODABAŞ’a bakmak gerekir. Ancak mahkeme huzurunda bu isnatlar ŞAŞMAZ’a yapıldığında, kendi sorumluluğunu, Kenan AKARBULUT’un üstüne yıkması bir iftira ve ahlaksızlıktır. Sen de “duydum” uyanıklığıyla AKARBULUT üzerinden işi bana getiriyorsun. Kendine yakın adamların FETÖ ile ilişkisini gösteren delilleri örtbas edip Kenan AKARBULUT üzerinden bana yürüme uyanıklığın köylü kurnazlığı olsa gerek. Tekrar yazıklar olsun sana… Ben demesem de başkaları diyor! Bir başka Brütüs de sensin Adem DURU! Meğer ben Adem DURU’yu tanımıyor ve hakkındaki bir çok şeyi bilmiyormuşum! O dahi bana FETÖ’cü diyerek bir şeyleri gizlemeye ve hatta kendini aklamaya çalışmış. İddialara göre ben içeri alındıktan sonra Adem DURU’nun da FETÖ iltisak raporu üniversiteye gelmiş ve bu rapor yüzünden FETÖ soruşturma komisyonunun olumsuz görüş bildirmesine rağmen DURU’ya rektör vekili DALKIRAN tarafından profesörlük kadrosu verilmiştir!
Neyse, eski başsavcı GÜMÜŞ, Adem DURU’ nun ifadelerini de tatmin edici bulmamış olacak ki iddianameye almamış. Eski başsavcı GÜMÜŞ, Emniyet KOM’un nice gayretlerle hazırladığı dosyada, üniversiteden Sezayi DASDEMİR ile Selcen ÖZYURT ULUTAŞ dışında dişe dokunur ifade görememiş. Halbuki bunların daha önce 10. ve 11. bölümlerde yazdığım gibi tarafgirlikleri, şahsıma husumeti ve kumpasa katkıları çok açıktı. Bu yüzden GÜMÜŞ, iddianameye koymak için daha esaslı yalancı tanıklar bulma arayışına girmiştir. Onları da yazacağız inşallah!
Kendisine İyilik Ettiğin Kimsenin Şerrinden Kork
Çoğunluğu öyle olmamakla birlikte iyiliğinizin dokunduğu birilerinin sizi arkadan vurmasını, imtihan dünyası demenin dışında hangi tez ve analiz izah etmeye yeter bilemiyorum. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir derler. İşte öyle! Bu sitemlerime bakıp beni suçlayanlar ve suçlayacaklar haklı olarak olacaktır! Bu Brütüsleri çok mu aradın hocam diyenleri de yadırgamam! Doğrusu çok sayıda alternatifleri olduğu halde Brütüsleri aralarından bulup seçmiş değilim. Görev yaptığım dönemde sürekli nitelikli insan sıkıntısı çektim. Ancak eldeki kumaş maalesef buydu! Nihayetinde Brütüslerin sayısı erdemli olanlara göre oldukça az sayıda olsalar da Brütüsler hep daha çok dikkat çekmektedir.
Diğer taraftan cezaevinde kendi nefsimi bol bol hesaba çektim ve elan da çekiyorum. Benim de bagajım mahallemizden olmayanlara karışı çok doluydu! Önyargılarımı destekleyen bagaj malzemelerim bazı gerçeklere de dayanıyordu. Hayat serüvenim, önyargılarımı besleyen ötekileştirilmeler, kadro mahrumiyetleri, sayısız haksızlıklar ve mağduriyetlerle doluydu. Buna rağmen taç giyen baş akıllanır kabilinden rektörlük görevimde önyargılarıma göre hareket etmedim. Yakın çalışma arkadaşlarım bu konuyu çok iyi bilir ve tanıklık ederler. Mahallemden maruz kaldığım çok sayıda eleştiriye rağmen, toplumun her kesiminden insanları üniversitemde istihdam etmekten ve önemli yönetim görevleri vermekten hiç çekinmedim. Kadri kıymeti bilinse de bilinmese de iyi ki de öyle yapmışım diyorum. Zira bugün geldiğim noktada ayırımcı davranmayarak ne kadar doğru yaptığımı daha net olarak görüyorum.
Diğer yandan FETÖ tecrübesinde açıkça gördüğümüz gibi kendini devlete ve millete ait olmaktan önce grubuna ait gören insanlarla devlet kurumları sağlıklı idare edilemiyor. Zira bunların çoğunda Allah’a karşı sorumluluk bilinci yok. Ben de bunu aynel yakin Uşak Üniversitesinde yaşayarak öğrendim. Bugün şunu görüyorum. Kendilerini herhangi bir gruba isnat edenleri özellikle yönetim görevlerinde daha etkin ve yakın denetlemek gerekiyormuş. Zira Allah’a karşı sorumluluk bilinci olmayan Müslüman tiplerinin elinde doğruluk ve adalet eğilip bükülebiliyormuş. Brütüsler bunu da bana öğretti!
Bazı Dindar Profillerde Neden Ahlak Yok!
Kendisini dindar görenlerin bazılarında temel düzeyde olması gereken ahlak niçin yok? Cezaevinde bu konuya epey kafa yordum. Diğer mahalleden bazı kişilerin dindar görünen kişilere yaptıkları eleştirilerin tamamen haksız olmadığını yaşayarak öğrendim. Ancak o mahalleyle ortak bir kelimeye de maalesef gelmekte zorlanıyorum. Örneğin bizim mahallenin “secde izi veya nur” dediğine, yazar Fakir BAYKURT “abdest ala ala yüzünün derisi kazınmış” diyor ve üçkağıtçı bir dindar profili çiziyor! Bu tür tasvirlerin objesi olmak gerçekten çok acı olmaktan öte çok acıtıcı! Seküler mahalleden arkadaşlar bu türden betimlemeler yaparak inanç düşmanlığı görüntüsü vermek yerine, Maun suresinden “vay o namaz kılanların haline…” diyerek eleştirseler, kitabın ortasından konuşmuş ve bizi sarsmış olacaklar! Dahası ve güzeli ise aramızdaki insani ve ahlaki köprüler çok daha kolay kurulacak… Nitekim bunu bugünlerde yapanları görüyor takdir ediyorum.
Dini kisvesi olan hatta üst düzey ilahiyat tahsili yapmış insanların (Tevbe suresi 34. Ayetteki tespit Müslüman din adamlarının bir çoğunu da kapsıyor olmalı) dahi bu kadar falso yapması hep aklıma rahmetli Aliya İzzetbegoviç’ in “Kuran ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir.” sözünü getiriyor. Ne kadar değerli bir şey söylemiş. Yine bu bağlamda onun “iyi insan olmadan iyi bir Müslüman olamayız” sözü de çok isabetli bir tespit olduğunu düşünüyorum..
Yine de biz neden ve nasıl böylesine katı ve hastalıklı mizaçlar ürettik diye sormadan edemiyorum? Önce ahlak ve maneviyat diye çıktığımız bu yolda bir arpa boyu yol gittiğimizi kabullenemiyorum!
Ayrıca hizip taassubunun belirgin olduğu yapılarda, kişilerin bireysel akıllılarını yitirdikleri görülüyor. Ancak yine de öteki olarak gördüklerine iftira atma hakkını kendilerinde nasıl görebiliyorlar? Sınırları nasıl bu kadar kolay aşabiliyorlar? Hiçbir bir vicdan azabı çekmeden bir başkasının hayatını nasıl karartılabiliyorlar? Mala, cana ve itibara nasıl kast edebiliyorlar? Bu ahlaki düşüklük İslam’la, Müslümanlıkla ve insanlıkla nasıl bağdaştırılabiliyor? Anlamak mümkün değil.
Muhtemeldir ki fanatikler, kendi grup ve liderlerinin Allah tarafından seçilmiş olduğunu, liderlerinin ve onun bağlıları olarak kendilerinin, tek gerçeği/doğruyu temsil ettiğini düşünüyorlar. Mensuplar(raiyyeler), bağlı oldukları liderlerini ne kadar büyük görüyorlar ve olmadık özellikler atfederek övüyorlarsa grup içi bağlılık ve dayanışma o ölçüde artıyor. Bu propagandanın ve sloganın gücüdür. Grup üyelerine bir yalanı ne kadar çok tekrar ettirirseniz çokluğu oranında en saçma sapan hususlar bile gerçek olarak kabul ediliyor. Olay bu minval üzerinde kutsiyet atfedilerek yürütülüyor. Nitekim kendi dünyevi iktidarlarına hizmet etsin diye (FETÖ de olduğu gibi) grup üyeleri arasında grup liderinin özel bir misyon taşıdığına ve büyük kerametler gösterdiğine dair anlatımlar dilden dile dolaştırılarak ciddi sayıda insan tarafından kabul görmesi sağlanılıyor. Müntesipler, aşırı abartılmış grup liderine dinsel motiflerle süslenmiş hak etmediği bir kıymet yüklendiklerinde, liderlerine büyük beklentilerle ve körü körüne bağlanmaktadırlar. Grubun seçkinciliğine dair Kuranı Kerim’den ve rivayetlerden yola çıkılarak yapılan maksatlı ve zorlama yorumlar diğer gruplara daha fazla üvey kardeş gibi bakılmasına ve hatta düşmanlaştırılmasına neden oluyor.
İlahi hakikati temsil ettiğine inandığı kurtarıcı/şefaatçi lideri bulduğunu, dahası bunun kendisine lütfedildiğini düşünen müntesip, kendileri dışındaki kişi ve grupların faaliyetlerini anlamsız ve boşuna bir uğraş olarak görmeye, hatta zararlı ve yok edilmesi gereken cereyanlar olarak bakmaya başlamasına neden olmaktadır. Bu sapkınca düşüncenin akılla, mantıkla, dinle, imanla ve izanla bağdaştırılamayacak inanılmaz sonuçları olmaktadır. Öyle ki; Müslüman kimliğinin ve şahsiyetinin doğal mücadele alanları terkedilip, kendilerine tamamen zıt kesimlerle bile ittifak kurup Müslüman kimlikli kişi ve gruplara karşı amansız bir mücadeleye girişebiliyorlar. Bunu Mısırda yapılan darbe sürecinde, köklü bazı İslami grupların Sisi’yi desteklemesinde ve Müslüman kardeşlerinin zindanlara ve idam sehpalarına mahkum olmasındaki katkısında bir kez daha acıyla fark etmiştim. Doğal olarak, böyle anlayışlar toplumda çeşitli tartışmalara, ayrılıklara ve kutuplaşmalara yol açmaktadır. Rivayetlerin çıkarcı yorumlanmasıyla, diğer gruplardan özellikle farklı olduklarını ortaya koymak için zorlama yeni yeni görüşler, ritüeller ve şekiller icat edilmekte ve gittikçe “cemaat” artık topluma faydadan çok zarar vermeye başlamaktadır.
Grup çıkarı için yaptıkları hırsızlık, usulsüzlük ve iftiralarına fetva bulmanın da bir yolunu buluyorlar. Ahlaksızlıklarını ulvi yolda ödedikleri küçük bir bedel olarak düşünüyor, olabilirler. Öyle bir hakikate ulaşmışlar ki artık başka bilgiyle, akla ve tecrübeye ne ihtiyaç var diye düşünüyor olmalılar! Zira bu tipler, bireysel özgürlüklerini kaybetmiş olsalar da, grup menfaati adına ötekilere karşı her türlü kötülüğü yapma konusunda kendilerini sınırsız özgür hissedebiliyorlar. Kutsal davaları için işledikleri fetvalı cürümlerinden de ayrı bir şeytani haz aldıklarını düşünüyorum. Aksi takdirde vicdan azabının pençesinden kurtulmaları mümkün değildir.
Doğrusu bu yaşananlar karşısında, birbirleriyle çatışan Müslümanlar , Yüce Allah’ın Mü’minûn Suresi 53. Ayet’de ifade ettiği “(İnsanlar ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.” Gerçeğiyle karşı karşıyadırlar.
Muhasebe yapmak ve Hatalarımızla Yüzleşmek Zorundayız
Biz Müslümanların bu kör fanatizm üzerinde düşünmesi, hiçbir komplekse kapılmadan bilimsel ve analitik tespitler yapması kaçınılmaz bir görevdir. Bundan kaçamayız. Yeni FETÖ’lerin, İŞİD’lerin oluşmasına kuluçka görevi yapan hurafelerimizle ve hatalarımızla yüzleşmek zorundayız. Hamasi söylemler, hakikat hilafına günü kurtarıcı konuşmalar meseleleri çözmüyor ve kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Suç duyurusu niteliğinde olan bu yazı dizisinin amacı kumpası sadece tarihe geçirmek değildir. Aynı zamanda bir başka amacı da Yusuf’u kuyuya atıp (zindana gönderip) babalarına yalan söyleyen Müslüman cemaati sarsmak ve kendilerine gelmelerini sağlamaktır. Küçük FETÖ’lere ve FETÖ adaylarına dikkat çekmektir. Yeryüzünde bunca haksızlık ve zülüm işlenirken seyirci kalan ve seyirci kalmaya devam eden bu toplumun kanaat önderlerinin ve her bir bireyin sorumluluğunu yeniden hatırlamasını ve ozanın “tükettik her şeyi neyimiz kaldı” sözleri üzerinden aynaya bakmasını temin etmektir.
Yazımı yine büyük dava adamı Nurettin TOPÇU’nun 11 Nisan 1965 tarihli mektubuyla bitirmek istiyorum. İçimizi çok acıtan bu yazıyı biraz ağır bulabilirsiniz. Ancak niçin İslam dünyası kan revan diye sorarsanız, bunun cevabı rahmetli TOPÇU’nun bu mektubundaki sitemi içinde aramak gerekir diye düşünmeden edemiyorum. Birkaç kurtlu incirin bir çuval inciri berbat ettiği gibi birkaç yozlaşmış insan da bir toplumu ifsat edebiliyor. Benim bu hakikati görmem yaşadığım bu özel tecrübeyle oldu. Kim bilir Rahmetli TOPÇU neler yaşamıştı…
Bakınız Nurettin TOPÇU’nun 55 yıl önce yaptığı tespit ve sitemi şöyle: “Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette, dostlarım kalmadı gibi bir şey. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş. Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark´ı yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. ‘Müslümanız diyen insan yığını´ yok mu? Onlar, Şark´ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor.
Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark´ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; ne de Allah uzanır bunlara… Bunların önce her şeyi bırakıp,
insanlık devrine girmeleri lazım.”
Devam edeceğiz inşallah.