Uşak TV

SAİT ÇELİK YAZIYOR (17) UŞAK'TA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Hit haberler

UŞAK’TA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Uşak’ta; belediye başkanı CAHAN, Başsavcı GÜMÜŞ ve cezaevi görmeyen FETÖ’cülerden oluşan bir şeytan üçgeni kurulmuştu. Para gücüyle hemen her yere ulaşan bu ekibin şehre atanan yeni vali Salim DEMİR nedeniyle işleri zora girdi. Zira vali Salim DEMİR devletin yetkilerini kullanan bu şebekeyi görmüş ve sert bir tavır koymuştu. Vali kontrolü ele geçirmek için harekete geçtiğinde GÜMÜŞ yaptıkları organizasyonların tehlikeye düşeceğini görüp, yasalara çalım atarak, emniyet yerine jandarma ile çalışmaya başladı. Bu süreci kendi hikâyemizle birlikte açıklamaya devam edelim.

Başsavcı Emniyet Out Jandarma İn Dedi

Hakkımda Emniyet KOM’un hazırladığı dosyayı başsavcı Mustafa GÜMÜŞ beğenmemişti! Kim bilir, belki de kurulan kumpasın açıklarının basına düşmesinin sebebini de emniyet teşkilatından biliyordu! Vali Salim DEMİR, Uşak’a atandıktan sonra durumu fark etmiş ve emniyet teşkilatını başsavcının etki alanından çıkarmıştı. Muhtemelen uzun süredir başsavcının hukuksuzluklarının devleti devlet olmaktan çıkardığını, aşırı örselediğini fark etmekte olan Emniyet Müdürü İbrahim ERGÜDER de valinin yanında yer aldı.

İşte valinin oyunu görmesi neticesinde devlet erkini kolaylıkla kullanamayacağını anlayan başsavcı GÜMÜŞ, emniyetten habersiz, jandarmayla operasyon yapmaya başladı. GÜMÜŞ artık kent merkezlerinde emniyetle değil jandarmayla operasyon yapıyordu, neden? Nedeni aslında çok basit. Örneğin GÜMÜŞ, asla kaçma şüphesi olmayan ve yeğeninin önemli bir sağlık sorunu nedeniyle İstanbul’da bulunan Ali Galip Hoca’yı İstanbul’un göbeğinde jandarmaya aldırdı. Dahası, basına, hocanın ve gazeteci Kazım ŞEN’in ankesörlü telefon ve ordu kripto operasyonu çerçevesinde gözaltına alındığını servis ettirdi. (https://www.usakhabermerkezi.com/guncel/gazeteci-kazim-sen-ve-ali-galip-baltaoglu-fetoden-tutuklandi-h30583.html) Algı operasyonuna bakar mısınız? Bunu yaparken de jandarmayı kullandığı anlaşılıyor. GÜMÜŞ’ün bu ve benzeri konularda emniyetin kendisi için güvenli alan olmaktan çıktığını ve artık kullanamayacağını görmesinden dolayı emniyet teşkilatını bypass edip doğrudan jandarma ile işbirliğine girdiği çok bellidir.

Jandarma tarafından arandığını haber alan Ali Galip Hoca ise kurulan kumpasa ait bazı deliller ile teslim olmak üzere Uşak’a hareket etmek için hazırlandığını duyuran yazısını sosyal medyada yayınlamış olmasına rağmen yola çıkmasına fırsat bulamadan evinden jandarma marifetiyle alınmıştır. Sosyal medya hesabında kumpası ortaya koyan belgeleri içeren ibretlik yazının adresini dikkatlerinize sunuyorum.

(https://www.facebook.com/photo?fbid=10156527343774031&set=a.489485129030 )

Vali Uşak’taki Kirli İlişkiler Ağını Çözüyor

Vali, başsavcı GÜMÜŞ’ün yanında belediye başkanı CAHAN’ın da pervasız davranışlarını görerek araya mesafe koyduğu gibi belediye yönetiminin hukuksuz işlerine sahip çıkmaya çalışan bazı güçlere de yüz vermedi. Aslında CAHAN sadece vali ile değil hem bütün Uşak Ak Parti milletvekilleri hem de Ak Parti il teşkilatıyla da ciddi bir kavga içerisine girmişti. Sadece kendi dar grubunun haksız çıkarları için koşup para gücüyle ulusal basında piar yapma peşindeydi. Ankara’da ulaşabildiği bütün bürokrasiyi ve siyasileri kullanarak gücüne güç katmaya; Uşak benden sorulur demeye çalışıyordu. Ancak bu ulaşılan siyasiler Uşak dinamiklerinin dışındaki siyasilerdi ve gelinen süreçte maddi ve manevi olarak Ak Partiye çok zarar verdiler.

Evet CAHAN ve uzantıları lobicilik için ciddi paralar harcıyordu. Bu süreçte tetikçilik yapacak bir çok gazete, internet sitesi ve televizyon satın aldılar veya yenilerini kurdular. Uşak basınını da 1-2’si hariç zaten kolaylıkla kontrolü altına aldı. Yerel seçimler öncesinde Ali Galip Hoca ile gazeteci Kazım ŞEN’in tutuklanması dahi bu şebekenin basın tarafından rahatsız edilmemesi, yolsuzluklarının gündeme getirilmemesiyle yakından ilgilidir. CAHAN, dikensiz gül bahçesinde yeniden belediye başkan adayı olma hayali kuruyordu! Diğer taraftan CAHAN belediye şirketi olan UTAŞ’ın başına Ali Rıza ÇÜMEN’i getirmiş, ÇÜMEN ise hırsızlık, gasp ve cinayet gibi adi suçlardan sabıkalılara UTAŞ’ta iş vererek bu eski hükümlülerden oluşan bir suç örgütü kurmuştu. Bu çete sabıkalılara herkesin gözü önünde; adam dövdürüyor, gazeteci gasp ettiriyor, ortalıkta terör estiriyordu. Eşkıyanın Uşak’ta adeta şehre indiği bir dönemdi (https://www.usak.tv/hit-haberler/utas-cetesine-kim-dur-diyecek-h38445.html). Bir örnek olması açısından, bu suç örgüt gazeteci Kazım ŞEN’i tuzağa düşürerek darp/gasp edip kafasına silah dayamıştı. İstedikleri tek şey CAHAN ve ekibi aleyhinde yazı yazılmamasıydı.

Başsavcı GÜMÜŞ yaşanan bu olayı tüm yönleri ile bildiği halde olayı savsaklatmaya çalıştı (https://www.usak.tv/adliyejanpolis/bize-utas-tarafindan-tuzak-ve-kumpas-kurulan-ciftlik-bakin-kimin-cikti-h38433.html ). Olayın bilindik failleri, bir çok delil ortadan kaldırıldıktan sonra ancak yakalanmış ve hemen arkasından serbest bırakılmıştı.(https://www.usak.tv/adliyejanpolis/gasp-ve-darp-zanlilari-serbest-kaldi-h5952.html ). GÜMÜŞ ekibi, Ağır Ceza Mahkemesinde açılması gereken davayı Asliye Ceza Mahkemesinde açtı. Asliye Ceza hakimi ise bu olayda gasp, var; bu dava ağır cezanın konusu diyerek reddetti. Savcılığın itirazına rağmen dava ağır cezada açıldı ve tutuksuz yargılanan faillerinin çoğu 18 yıl 4 ay ağır ceza aldılar. Halihazırda bu ağır cezalar istinaf mahkemesince de onanmış ve tutuksuz bir şekilde yargılama Yargıtay safhasını beklenmektedir.

Bütün bu süreçler yaşandı ancak yine de usak.tv’yi susturamadılar. Tek kalan çareyi uyguladılar. TUTUKLAMAK. Kazım ŞEN ve yazar Ali Galip BALTAOĞLU’nun tutuklanmasıyla CAHAN, usak.tv gibi kendisine muhalif basını da bertaraf etmiş oldu! Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve 69 gün tutuklu kaldıktan sonra Ali Galip Hoca ile Kazım ŞEN, başsavcının Uşak’tan başka bir ile atanmasından bir müddet sonra cezaevinden tahliye edildiler!

Vali Salim DEMİR’i İftiralarla Yok Ettiler

Sonuçta Vali Salim DEMİR’in Uşak’ta varlığı, şebekeyi oldukça rahatsız etmişti. Demek ki benim rant şebekesiyle işbirliğine girmeyi reddettiğim gibi vali DEMİR de şebeke ile işbirliğine girmeyi reddetmişti. Bu sebeple dört bir koldan vali DEMİR’e saldırıya geçtiler ve maalesef devletin valisini bir kaşık suda boğdular. Aşağıdaki örnekte olduğu gibi şebeke sosyal medyadaki sahte hesaplardan vali DEMİR aleyhine yayınlar yapıyordu:

Kambersiz Düğün ÖZIŞIK’sız İftira Olmaz

Diğer yandan şahsıma karşı iftiralar yağdıran Uşak belediyesinin kalemşor avukatı gazeteci Süleyman ÖZIŞIK, bu seferde de valiye karşı sahneye çıkmıştı. Taktik aynı taktikti! ÖZIŞIK, valiyi harcamak için kendisine verilen görevin heyecanı içindeydi. Aynel yakin biliyorum ki onun için iftira atmak, yemek içmek kadar doğal bir işti. Valiye yaptığı iftiralarından bir örnek vermek gerekirse:

Önceki vali Ahmet OKUR, Uşak’ta bir vali konağı projesi yapmış ve yerine gelen vali Salim DEMİR’de bu projeyi iptal etmişti. Gerçek bu iken sanki projeyi iptal etmemiş hatta projeyi yapmış ve bitirmiş de içinde sefa sürüyormuş gibi vali DEMİR hakkında tamamen asparagas bir yazı yazmıştı. “Oldu mu şimdi vali bey” alt başlıklı yazısına, Uşak'ın en değerli arazisinin üzerinde, 21 bin metrekarelik alan üzerine sarayları bile kıskandıracak konak dikeceksiniz. 2'si süit olmak üzere 3 adet salon, 10 adet 1+ 1 oda, iki devasa yemek odası, şark odası, oyun alanları, yaz ve kış havuzlarının yanı sıra yaz ve kış bahçeleri falan...” şeklindeki iftiralarıyla devam ediyor! Akıl alır gibi değil ama, ne eksik ne fazla, tam da böyle! Salim DEMİR’in konu ile hiç ilgisi olmaması bir yana, söz konusu projeyi Uşak’ın önceliği görmeyerek iptal eden bir vali olma vasfını taşıyor. Fakat iftirada sınır tanımayanın köşe yazısına bakar mısınız lütfen. ÖZIŞIK, devleti ve milleti koruduğu imajı uyandırdığı bu riyakar yazısında şayet samimi olsaydı vali Salim DEMİR için ancak tebrik yazısı yazmasıgerekirdi!(https://www.internethaber.com/insansiz-kara-araci-1814001y.htm). Öyle değil mi?

ÖZIŞIK’ın, Vali DEMİR için bir başka evlere şenlik yazasında Uşak belediyesinden kazandığı paraları CAHAN’a helal(!) ettirme gayreti içindeydi: ”bir ilin valisi: ’belediye başkanı gidecek ben kayyum olacağım’ hırsına kapılıyor. Yanına emrindeki devlet görevlilerini de alıp, belediye hakkında kara propaganda başlatıyor” diye köşe yazısı yazmaktan da ar etmiyordu. (https://www.ajansadana.com/mobil.php?islem=yazarlarimiz&altislem=detay&id=829)

Halbuki vali DEMİR’in yaptığı, kamunun ve vatandaşın haklarına sahip çıkarak Uşak halkının bugün dahi sıkıntısı çektiği yanlışlara, hukuksuzluklara ve yolsuzluklara dur demekten ibaretti! Leş yiyici vahşi hayvanların uyurken boyunları leş tarafına dönermiş derler. Uyanır uyanmaz sürüneni, uçanı, kaçanı; soluğu leşin başında alırmış. Taa Ankara’dan İstanbul’dan Uşak’taki müsait hale gelen kaynakların ve rantın kokusunu alan sözde işadamlarının, bürokratların, siyasetçilerin ve ulusal basındaki tetikçilerin maalesef hiç insafı ve merhameti yoktur. Çünkü doymak bilmez bir iştahları vardır. Bu dönemde yapmayın etmeyin diyen valiye, Uşak’ta destek verecek ve kamunun haklarına sahip çıkacak yerel basın neredeyse kalmamıştı. Ancak usak.tv bu şebekeyi adım adım takip ediyor, tehditlere, şantajlara, dağa kaldırılmalara ve ceza evine atılmalara rağmen canını dişine takarak “Halep ordaysa arşın burada” diyerek haber yapıyordu (https://www.usak.tv/politika/iftira-sirasi-vali-ve-emniyet-mudurune-geldi-h39062.html).

Bütün bunlar bu ülkede yaşandı ve yaşanıyor. Süleyman ÖZIŞIK’ı “Mısır’daki sağır sultan” bile duydu artık. Başka il ile ilgili belgesel çekip belediye başkanından büyük paralar istediğine dair iddialar biliniyor. Şahsımdan da para istemişti ancak vermeyince beni de FETÖ’cü ilan etmişti! Kendisine para vermeyen başka bir belediye başkanını da FETÖ’cü ilan ettiğini duymuştum. Nitekim Fatih TEZCAN’ın halen dolaşımda olan bir videosunu cezaevinden çıktıktan sonra izlediğimde hiç şaşırmadım. Çünkü bittecrübe yaşadım! Buyurun inceleyin. (https://www.youtube.com/watch?v=XJaTgKjLn8k&t=18s ).

Basında üç kardeş olarak çalışan ÖZIŞIK kardeşlerin marifetleri tüm milletin önünde elan gerçekleşmeye devam ediyor. Bugünlerde Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Rektörüne karşı buraya yazmaktan haya ettiğim bir video yapmışlar ve youtube mecrasında yayınlamışlardı. Bu konu rektöre kumpas iddiaları ile birlikte yerel ve ulusal basına da yansımıştı (https://tr.sputniknews.com/turkiye/202010081042994221-kumpas-ve-tehdit-sorusturmasi-gazeteci-mehmet-ozisik-ifadeye-cagrildi-/ ).

Benzer şekilde Didim’de Didim Belediye Başkanı’na karşı yaptığı yayınları da basına düştü. Haberde aynen şöyle yazıyordu “Belediye Başkanı Atabay ve ekibiyle ilgili iddiaları Didim’e gelerek ve ilçede de videolar çekerek yayınlamaya devam eden gazeteci Mehmet Özışık ve kardeşi Süleyman Özışık, sosyal medyada yayılan bir videoda tanımadığını iddia ettiği ilçede kaçak ikiz kuleler olarak bilinen inşaatların sahibi Ahmet Orak ile samimi fotoğrafları kumpas iddialarını güçlendirdi.”

Anlayacağınız nerede para ve rant var, ÖZIŞIK ve ekibi operasyon için orada (https://www.sesgazetesi.com.tr/haber/5534592/atabayin-kumpas-iddiasi-guc-kazandi ).

Evet sevgili okurlar, deve dişi gibi bir şebeke ile karşı karşıyaydık. Şahsıma Sizi FETÖ’den içeri alacaklar hocam” diyenlere karşı “nasıl alacaklar, ne isnat edecekler, bir rektörü somut delil olmadan almak mümkün müdür, çocuk oyuncağı mı bu demiştim. Daha sonra yaşanan gelişmelerle birlikte ne kadar da yanıldığımı anladım. Şahsımı diri diri toprağa gömmenin dışında bu şebeke 1-2 yıl gibi kısa bir süre içinde, hiç zorlanmadan, Uşak’ta bir vali ile iki ayrı Adalet Komisyonu Başkanını da bir çırpıda harcamıştı. Daha neler yaptılar neler…

CAHAN/GÜMÜŞ Ortaklığı ve Cezaevi Görmeyen Mimli FETÖ’cüler

Eski başsavcı GÜMÜŞ, FETÖ’cü olmadığımı gösteren açık kanıtları sumen altı ederek görevini suiistimal etmiş ve haddi olmayan bir işe girmişti. Şahsımın tutuklanmasının üzerinden 9 ay geçmesine ve bunca gayretlerine rağmen FETÖ’cü olduğuma dair ikna edici bilgi ve belge ortaya koyamamıştı. Hakkımdaki soruşturmayı bundan 17 ay önce başlattığı düşünülürse iddianameyi hazırlamak için yalancı tanık bulmaktan başka bir seçeneği de kalmamıştı. Madem ki GÜMÜŞ, belediye başkanı Nurullah CAHAN ve ekibinin teşvik ve desteğiyle bu hukuk cinayetini işlemişti, cenazeyi de birlikte kaldırmalıydılar.

Bir çok sıkıntılı işe imza attığı müfettiş raporu ile de tespit edilen eski belediye başkanı CAHAN, Başsavcı GÜMÜŞ ile hem avukat olmanın hem de belediye başkanı olmanın avantajlarını kullanarak iyi bir dostluk kurmuştu. CAHAN, yeni yapılan Uşak adliye binasının çevre düzenlemesi başta olmak üzere Adliye’nin her türlü iş ve ihtiyacı için meccanen koşma uyanıklığını göstermiştir. Ancak CAHAN-GÜMÜŞ dostluğu CAHAN’ın sıkıntılı icraatlarının üstünü örtme gayreti olarak yorumlandığı için başta Uşak Adalet Komisyonu Başkanı (ki Uşak’tan gitmek zorunda kaldı) ve adliye personeli olmak üzere bütün Uşak kamuoyunun dikkatinden kaçmamış ve eleştiri konusu olmuştur. Diğer yandan, CAHAN-GÜMÜŞ ikilisi arasındaki dostluğun; karşılıklı menfaatin de ötesinde, çoğu kimsenin bilmediği, bambaşka bir boyutu ve hukuku daha vardır.

HSYK’ya FETÖ’nün hakim olduğu dönemde hızla terfi ederek başsavcı olmuş ve iyi yerlerde başsavcılık yapmış birisi olan GÜMÜŞ, devranın dönmesiyle hızlı bir şekilde konjonktüre uyarak Uşak’ta CAHAN grubunun bir ihvanı olmuştu. GÜMÜŞ’ün Ankara’da da devrin Adalet Bakanlığı müsteşarının güvenini ve yakın desteğini kazandığını da takip edenler biliyorlar. Yukarılara giden şikâyetlere müsteşarın kalkan olduğu, adalet camiasında çokça konuşuluyordu. Yani GÜMÜŞ‘ün konjonktüre göre farklı zamanlarda ve yerlerde farklı konum belirleme konusunda CAHAN’dan daha geri kalır bir yanı yoktu. CAHAN’ın yardımcısı ve yakın işbirlikçisi Hüseyin Ufuk UGUR da bu dostluğun bir parçası olmuş ve UĞUR, başsavcı GÜMÜŞ ile sabahlara kadar iddianame hazırladığını övünerek anlatacak bir konuma gelmiştir. Yalancı tanıklık için Hüseyin Ufuk UĞUR biçilmiş bir kaftandır.

Avukat Hüseyin Ufuk UĞUR’un Şeytani Mizanseni

Avukat UĞUR, kurduğu mizansende avukatlık formasyonun bütün hilelerini ve inceliklerini kullanmıştır. Eski başsavcı GÜMÜŞ’ün hazırladığı iddianamenin 113 ve 114. Sayfalarında yalancı tanık UĞUR’un ifadesi şöyle geçmektedir:

 ‘Tanık Hüseyin Ufuk UĞUR 22/09/2017 tarihli beyanında özetle; "Avukatlık mesleğini icra ettiğini, 01/07/2015 tarihinden itibaren Uşak Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığını, Uşak Üniversitesi eski rektörü Sait ÇELİK'ten avukat olarak aldığı idari dava ve işlerden dolayı birden çok defa randevu talebinin olduğunu, randevu taleplerini sekretaryasına ilettiğini, ancak talepleri ile ilgili bir geri dönüş sağlanmadığını, randevu taleplerinin tarihlerini hatırlamamakla birlikte yıllara sari şekilde taleplerinin olduğunu, Uşak Üniversitesi Genel Sekreteri Adil KARAMAN'ı hukuk mesleğinden dolayı tanıdığını, 2013 yılında üniversitede karşılaştıklarını, rektörlük sekretaryasında oturup çay içtiklerini, geçmişte Mazlum-Der il başkanlığı yapması nedeniyle Mazlum-Der hakkında sohbet ettiklerini, yine randevu talebini ilettiğini, rektörlük sekretaryasının da bu sebepten dolayı isminin yanına Mazlum-Der notunu düştüğünü, randevu talebinden birkaç gün sonra rektör Sait ÇELİK'in kendisine randevu verdiğini, randevuya arkadaşı ve müvekkili olan Ramazan ÇİMEN isimli şahısla gittiğini, Ramazan ÇİMEN, gelininin Afyon Kocatepe Üniversitesinden Uşak Üniversitesine geçişi konusunda dava açmayı düşündüğünü, kendilerinin de dava açmadan önce rektör Sait ÇELİK ile bu hususu görüşmek istediklerini, rektörlük makamına girdiklerini, Sait ÇELİK'in içeride yalnız olduğunu, kendisine Ramazan ÇİMEN'in gelininin konusunu aktardığını, Sait ÇELİK'in alınan randevuyu kast ederek "Mazlum-Der'i bahane edip hoş karşılamadım" türünde cümleler sarf ettiğini, kendilerini olumsuz karşıladığını bu sırada rektörlük makam odasının kapısının açıldığını içeriye çat kapı Ferhat ERDOĞAN isimli şahsın girdiğini, Ferhat ERDOĞAN'ın odaya girdiğini görünce rektör Sait ÇELİK'in ayağa kalkıp ceketini iliklediğini, makam koltuğundan bu şekilde ayrılarak kendilerinin de oturduğu misafir koltuklarına gelip Ferhat ERDOĞAN'ın yanına oturduğunu, bu durumun hem devlet bürokrasisinde çalışmış olması hem de şahsi olarak Ferhat ERDOĞAN'ı tanıması sebebiyle yadırgadığını, zira Ferhat ERDOĞAN'ın yaşının üniversite rektöründen 25 yaş veya daha fazla küçük olduğunu, ayrıca Ferhat ERDOĞAN'ın üniversitede herhangi bir görevi, rektör ile bir ast üst ilişkisinin de bulunmadığını, sosyal çevre ve iş hayatında da Ferhat ERDOĞAN'ın çok fazla dolu, toplumun önde gelen nitelikli bir kişisi olarak bilmediklerini, bu nedenle Ferhat ERDOĞAN'ın bu şekilde karşılanmasını garipsediklerini, bu durum üzerine rektör ile daha fazla görüşmelerinin mümkün olmadığını ve rektörlük makamından ayrıldıklarını, bu durumla ilgili olarak daha sonra Mehmet ŞİŞMAN isminde bir tanıdığı ile konuşması olduğunu, Mehmet ŞİŞMAN 'ın da kendisine kendi işi ile ilgili Ferhat ERDOĞAN'ın da üniversiteye gittiğini, Ferhat ERDOĞAN'ın üniversite çalışanları ve rektör tarafından olağanüstü bir taltif ve saygı ile karşılaştığını görünce şaşırdığını anlattığını, bunu duyunca kendisinin de Mehmet ŞİŞMAN 'a yaşadığı bu olayı anlattığını, Ferhat ERDOĞAN'ın üniversitede rektör nezdindeki bu durumuna o dönemde bir anlam veremediklerini" belirttiği,’ denilerek şeytana pabucunu ters giydirecek bir hikaye uydurmuştur.

Tanıklığın Bölümler Halinde Tahlili ve Gerçekler

Baştan sona iftira ve kurmaca olan senaryodaki olaylar silsilesini iki bölümde ele alalım.

Birinci Bölüm: " Uşak Üniversitesi eski rektörü Sait ÇELİK'ten avukat olarak aldığı idari dava ve işlerden dolayı birden çok defa randevu talebinin olduğunu, randevu taleplerini sekretaryasına ilettiğini, ancak talepleri ile ilgili bir geri dönüş sağlanmadığını, randevu taleplerinin tarihlerini hatırlamamakla birlikte yıllara sari şekilde taleplerinin olduğunu, Uşak Üniversitesi Genel Sekreteri Adil KARAMAN'ı hukuk mesleğinden dolayı tanıdığını, 2013 yılında üniversitede karşılaştıklarını, rektörlük sekretaryasında oturup çay içtiklerini…”

Öncelikle bu kurmacanın ilk bölümündeki tuhaflığı ifşa edelim. Mizansendeki dehaya bakar mısınız? Müfteri UĞUR çok iyi bilmektedir ki, 2015 yılı rektörlük seçimi hemen öncesine kadar kendisiyle ve ekibiyle aramızdan su sızmıyordu. Bu dönemde bu adamlar benimle çok samimiydiler. O kadar ki etrafımda fır dönüyorlardı. Kendi ifadesinde de söylediği gibi avukat olarak fisebilillah hukuk danışmanlığımı yapıyordu. UĞUR, Üniversite için gönüllü katkı yapan bir avukattı. Öyle ki aynı zamanda Uşak Üniversite Geliştirme Derneği’mizin de yönetim kurulu üyesiydi. Bu derneğin başkanı da müfterilikte birbirleriyle yarıştıkları şebeke arkadaşları Adil ERKEN’di. Ayrıca UĞUR’un ortağı ve Adil ERKEN’in şeyhi Uşşaki Muhammed Bakır MUTLU da Cami Derneği yönetim kurulu üyemizdi.

Sonuç olarak verdiği ifadeye göre benim üniversiteme gönüllü katkı yapan kardeşlerim olarak bildiğim insanlardan Hüseyin Ufuk UĞUR, benden “yıllara sari” randevu alamıyormuş! Düşünebiliyor musunuz, yıllarca görüşmek istiyor ancak görüşemiyor! Her nasılsa samimi arkadaşı üniversite genel sekreteri Adil KARAMAN bile randevu konusunda ona yardımcı olamıyor da, Mazlum-Der perdesiyle bir nevi hile ile yıllar sonra ancak randevu alabiliyor! Senaryoya bakar mısınız?

2013 yılında benim kardeşlerim benden randevu alamayacak öyle mi? Kendileri randevusuz bile gelseler çok önemli bir durum yoksa araya sıkıştırıp dertlerini dinleyecek kadar zaman ayıracağımı çok iyi bilirlerdi oysa! Ancak ifadenin ikinci bölümünde değerlendireceğimiz üzere UĞUR’un iyi tanıdığı bir FETÖ’cü delikanlı randevusuz çat kapı içeri dalıyor ve ben de ceketimi ilikleyerek hazır ola geçiyorum! Hüseyin Ufuk UĞUR randevu alamama hikayesi ile ajite ettiği iftirasının kurgusunu, kendince akli (!) ve dikkat çekici bir zemine oturtmak istiyor.

Mizansende Önemli Bir Ayrıntı!

 Bu pervasız kurgusu karşısında UĞUR’a ne diyeceğimi bilemiyorum. İnsan utanmazsa dilediğini yaparmış! Ama ona şunu söyleyeyim. Çok uğraşmana rağmen bir türlü şahsımdan randevu alamadığını söylüyorsun. Mizansenine senin gibi iftirada sınır tanımayan(15. Bölümde yazdığım gibi) sözde Nakşibendi Adil KARAMAN’nın da ismini karıştırıyor yani yalanına bir başka iftiracı dostunu şahit tutuyorsun. Yani bozacı Hüseyin’in şahidi şıracı Adil  durumu!

 Olayın 2013 yılında olduğunu söylüyorsun. Yani sizlerle en içli dışlı olduğum dönem içine böyle bir kurmaca yerleştiriyorsun. Neden? Hikayenin 2013 yılında değil de FETÖ ihanetinin deşifre olduğu 17/25 Aralık sonrası süreçte olduğunu söyleseydin, daha inandırıcı olmaz mıydı? Olurdu elbette. Ancak 2013 sonundan itibaren randevu sistemimizin elektronik kayda geçtiğini sana başsavcı Mustafa GÜMÜŞ söylemiş olmalı. Nitekim bu randevu kayıtları başsavcı GÜMÜŞ’ün elindeydi. Bundan dolayı da yalanının açığa çıkmaması için ifadeni en sona bırakıp tedbir aldınız. 2013 kurgusunu da delil durumuna göre GÜMÜŞ ile birlikte belirlediniz. Zira, bu tarihten itibaren kimlerle görüştüğüm kayıtlarda açıkça görülüyordu ve randevu tarihini 2013 yılına koymaktan başka şansınız da yoktu.

Bermuda Şeytan Üçgeninde bir FETÖ’cü

UĞUR’un İiftirasının ikinci bölümüne geçmeden önce kurulan tezgahın ince işçiliğini gösteren bir boyutunu da ortaya koymak istiyorum. Para babası bir FETÖ’cü mimar müteahhit FETÖ’den alınıyor ve itirafçı yapılıp anında çıkarılıyor. Kendisini tanımıyorum herhangi bir yerde karşılaştık mı bilmiyorum. Bu kişi bugün bütün hesapları kapatmış olduğu için bir resmine bile ulaşamadım. Sadece 11 Temmuz 2016’da girdiği twittır paylaşımlarını gördüm.

Profil resmine Uşak’lı 15 Temmuz şehidi polis Mehmet ÇETİN’in resmini koymuş. Murat Fatih ERTUĞRUL’un sosyal medya hesabına bakarsanız CAHAN grubundan ve daha sonra kumpastaki yerini yazacağım Eyüp Gökhan ÖZEKİN’den bol bol retwitler yapmış olduğunu göreceksiniz. Yaptığı son paylaşımı 24 Ekim 2016’da ve kumpasta çok tanıdık bir sima: Nurullah CAHAN!

FETÖ’cü itirafçı ERTUĞRUL’un retwetlerinin önemli bir bölümü tanıdık kumpasçı simalar! FETÖ ile yol yürüdükleri halde bir anda kendini FETÖ mücahidi ve eksperi ilan edip katlime ferman veren ÖZEKİN ve CAHAN gibilerle dost! Hülasa katillerime iftirasıyla destek verecek kıvama gelmiş olan Murat Fatih ERTUĞRUL sözde bir FETÖ dönmesi! Nitekim gözaltına alınmış ancak itirafçı yapılıp salıverilmiş. Her nasılsa cezaevini hiç görmemiş. Uşak’ta işi takip eden bir gazeteci, yakılacak adamları, ERTUĞRUL’un ifadesiyle yaktıklarını, bazıları için birkaç defa ifade vermesinin sağlandığını söyledi ki benim için de iki ayrı tarihte iki ayrı ifade vermiştir.

ERTUĞRUL’un İlk İfadesi!

 Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/12128 sırasında kayıtlı soruşturması yapılan Murat Fatih ERTUĞRUL 18/11/2016 tarihinde ilk ifadesini belediye ekibinin üzerinde çalıştığı mizansen üzerinden veriliyor. Şöyle diyor ERTUĞRUL: “Ferhat ERDOĞAN'ın üniversiteden sorumlu örgüt imamı olduğunu gösterir en büyük delillerden birisinin yine Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Ufuk UĞUR’un tüm ısrarlarına rağmen Üniversitenin Rektörü Sait ÇELİK'ten randevu alamadığı bir dönemde Sait ÇELİK'in lütfederek Hüseyin Ufuk UĞUR’a bir gün randevu verdiği esnada odasında görüşme yaptıkları sırada Ferhat ERDOĞAN’ın Sait ÇELİK'in odasına elini kolunu sallayarak girdiğini ve Sait ÇELİK'in de Ferhat ERDOĞAN’ı önünde ayağa kalkarak düğmesini iliklediğini ve kendi makam koltuğuna oturmasını teklif ettiğini bildiğini…”.

Dikkat ederseniz belediye başkan yardımcısı UĞUR’un bir türlü randevu alamadığını ve geldiğinde makamda neler yaşandığını ayrıntısıyla biliyor ama bu bilgileri nereden öğrendiği kendisine sorulmuyor! Polisler ve savcılar; bütün bunları nereden biliyorsun, sen de yanlarında mıydın demiyorlar. Böyle bir ceza soruşturmasının savcıları, başka birisinin başından geçen böylesine önemli bir olayı, sen nereden biliyorsun, kimden öğrendin diye sormaz mı hiç? Merak bile etmiyorlar. Zira biliyorlar! Tezgahı hep birlikte kurdular. ERTUĞRUL kendisine öğretileni söylüyor. Üniversite imamı genç bir çocuk izinsiz makama geliyor ve ben cümle alemin önünde hazır ola geçiyorum! Öyle mi? Vay be…!

ERTUĞRUL’un İkinci İfadesi:

 Başsavcı GÜMÜŞ; UĞUR ve ERTUĞRUL ile kurduğu tezgâhta delil durumunun zayıf olduğunun farkında. Beni tutuklatmasının üzerinden yaklaşık 3.5 ay geçmiş. Kurmacayı biraz daha sağlamlaştırmak için tekrar harekete geçiyor. Nasıl olsa FETÖ artığı ERTUĞRUL emre amade kullanışlı bir adam! Bu denli büyük bir FETÖ’cü iken, cezaevini görmeden kurtulmanın elbette bedelleri var ve ödeyecek! ERTUĞRUL, 11/04/2017 tarihinde ifade vermek üzere tekrar KOM’a çağırılıyor ve mimaride son rötuşlar yapılıyor! İddianamede de kaydedilen ifadeye göre şunları söylüyor: ”Rektör Sait ÇELİK'in Uşak'a geldiğinde örgütten ilk görüştüğü kişilerin Altan BUĞDAYLIGİL ve Mehmet Emin YÜKSEKKAYA olduğunu, Ferhat ERDOĞAN'ın ayrıca Kazakistan'ın Astana şehri ve Benin Cumhuriyetlerinden sorumlu kişi olduğunu, örgütün İsrail İmamı Harun TOKAK'ın yeğeni ile evli olduğunu, Uşak Üniversitesinde örgütle irtibatlı hocaların Ferhat ERDOĞAN veya onun yönlendirdiği kişiden daire satın aldıklarını….”

Görüldüğü gibi bayağı önemli ilaveler yapılmış! 2011 yılında Uşak’a geldiğimde örgütten ilk görüştüğüm kişilerin Altan BUĞDAYLIGİL ve Mehmet Emin YÜKSEKKAYA olduğunu söylüyor. Bunlar kim ve rektör Uşak’a ilk geldiğinde bu kişilerle niçin görüştü? Bütün bunları sen nereden biliyorsun? Tanığa bu hayati sorular elbette sorulmuyor. Şaşırmadık!

İkinci düğüm atılmıştır. Bir başka deyişle şeytan üçgeninin ikinci kısmı FETÖ’cü mimar eliyle yapılandırılmıştır. Ancak senaryoda eksiklikler vardır. ERTUĞRUL’a özellikle sorulmayan sorulardan kaynaklanan eksiklikler! Dikkatli her sorgucunun hemen fark edeceği türden eksiklikler! Düşünsenize KOM polisleri ve savcılar bu bilgilerin kaynağını, FETÖ’cü itirafçının ilk ifade tarihi olan 18/11/2016’dan Hüseyin Ufuk UĞUR’un boşluğu doldurduğu 22 Eylül 2017 tarihli ifadesine kadar hiç merak etmemişler! Neden? Böyle bir şey olur mu?

18 Kasım 2016 Tarihinde Sorulmayan Soruların Cevabının 22 Eylül 2017’de Verilmesi Nedendir?

Nihayet tanık avukat Hüseyin Ufuk UĞUR 22.09.2017 tarihinde yani ERTUĞRUL’un ilk ifadesinden tam 11 ay sonra ifadeye gelir ve tezgahı tamamlar. On bir ay sonra yeni yeni deliller oluşturuyorlar! Allah’tan korkmuyor kuldan da utanmıyorlar. Hüseyin Ufuk UĞUR’un yukarıdaki ifadesinin ikinci kısmı şöyle :

İkinci Bölüm: “….bu sırada rektörlük makam odasının kapısının açıldığını içeriye çat kapı Ferhat ERDOĞAN isimli şahsın girdiğini, Ferhat ERDOĞAN'ın odaya girdiğini görünce rektör Sait ÇELİK'in ayağa kalkıp ceketini iliklediğini, makam koltuğundan bu şekilde ayrılarak kendilerinin de oturduğu misafir koltuklarına gelip Ferhat ERDOĞAN'ın yanına oturduğunu, bu durumun hem devlet bürokrasisinde çalışmış olması hem de şahsi olarak Ferhat ERDOĞAN'ı tanıması sebebiyle yadırgadığını, zira Ferhat ERDOĞAN'ın yaşının üniversite rektöründen 25 yaş veya daha fazla küçük olduğunu, ayrıca Ferhat ERDOĞAN'ın üniversitede herhangi bir görevi, rektör ile bir ast üst ilişkisinin de bulunmadığını, sosyal çevre ve iş hayatında da Ferhat ERDOĞAN'ın çok fazla dolu, toplumun önde gelen nitelikli bir kişisi olarak bilmediklerini, bu nedenle Ferhat ERDOĞAN'ın bu şekilde karşılanmasını garipsediklerini, bu durum üzerine rektör ile daha fazla görüşmelerinin mümkün olmadığını ve rektörlük makamından ayrıldıklarını, bu durumla ilgili olarak daha sonra Mehmet ŞİŞMAN isminde bir tanıdığı ile konuşması olduğunu, Mehmet ŞİŞMAN 'ın da kendisine kendi işi ile ilgili Ferhat ERDOĞAN'ın da üniversiteye gittiğini, Ferhat ERDOĞAN'ın üniversite çalışanları ve rektör tarafından olağanüstü bir taltif ve saygı ile karşılaştığını görünce şaşırdığını anlattığını, bunu duyunca kendisinin de Mehmet ŞİŞMAN 'a yaşadığı bu olayı anlattığını, Ferhat ERDOĞAN'ın üniversitede rektör nezdindeki bu durumuna o dönemde bir anlam veremediklerini" belirttiği,’ denilerek şeytanı çırağa çıkaracak bir hikaye uydurmuş ve böylece hikayenin eksik olan kısmı şeytani bir kurnazlıkla tam on bir ay sonra tamamlanmıştır.

Başlıkta sorduğumuz sorunun cevabını verdiğimizde kumpası daha iyi anlayacaksınız. Hüseyin Ufuk UĞUR ve tezgahın sahipleri GÜMÜŞ ve SAKAOĞLU savcılar soracakları soruyu sormayarak boşluğu kasten doldurmuyorlar. Zira hazırladıkları oyunda açık vermek istemiyorlar. 18 Kasım 2016’da ben henüz rektörüm. Bir rektöre operasyon yapacaklar ve açık vermemeleri gerekiyor. İlk ifadeyi alıyorlar ve tutuklanmam için gerekçe olarak kullanıyorlar. Sonra bu ifadeyi sağlamlaştırmak için ikinci bir ifade daha alarak uydurdukları delili güya güçlendiriyorlar. Bu arada ben tutuklandıktan sonra Başsavcılık üniversiteden harıl harıl bilgi ve belge talep ederek aleyhime yeni yeni deliller toplamaya çalışıyor. Bana gelen giden adamları tespit için randevu kayıtlarını da alıyorlar. Buralardan bir şeyler çıkarma umudundalar. Elde ettikleri belgelerde 2013 sonundan itibaren verdiğim tüm randevuların elektronik kayıt sisteminde olduğunu görüyorlar. Randevu kayıt sisteminden de umdukları çıkmıyor!

Sonrası

Önlerine gelen delillerden son durum tespitlerini yapıp, iddianame yayınlanmadan 14 gün önce Hüseyin Ufuk UĞUR’un 22 Eylül 2017 tarihli ifadesini, randevu sistemindeki bilgiye göre dizayn ederek alıyorlar. Attığı iftira anlaşılmasın diye randevu istedik, vermedi yalanının tarihi 2013 yılı olarak belirliyorlar. Mustafa GÜMÜŞ’ün hazırladığı iddianamenin tamamlanma tarihi ise 6 Ekim 2017…!

Yani iddianame çıkmadan tam 14 gün önce Hüseyin Ufuk UĞUR’un ifadesi alınıyor. Sonra 230 küsur sayfalık iddianamenin 113. Sayfasına özenle yapıştırılıyor! Mimarlığını FETÖ’cü mimar Murat Fatih ERTUĞRUL’un, Mühendisliğini Hüseyin Ufuk UĞUR’un, proje uygulayıcılığını başsavcı Mustafa GÜMÜŞ’ün yaptığı iftira ve kumpas işte böyle kurgulandı. Olmuş mu sizce sevgili okuyucular?

Kumpas Mizansenine Tanık Uyduramadılar!

 Bu hikayede UĞUR, kendisinden başka Ramazan ÇİMEN ve Mehmet ŞİŞMAN’ın da ismini vererek kurgusuna inandırıcılık katmak istemiştir. Ancak savcılık teklif etmemiş mahkeme de, ne Hüseyin Ufuk UĞUR’u, ne Murat FATİH ERTUĞRUL’u ne de bizzat tanık gösterilen Ramazan ÇİMEN ile Mehmet ŞİŞMAN’ı tanık olarak çağırmamış, açıkçası dinlemek istememiştir. Tıpkı GÜMÜŞ’ün dinlemediği ve dinlemek istemediği gibi! Acaba neden?

 Burada kumpasçıların, tanık gösterilen Ramazan ÇİMEN ve Mehmet ŞİŞMAN’ı iftiralarına ortak edemeyeceklerini anladıkları için çağırmadıkları kanaatine vardım. Nitekim Uşaklı işadamı Mehmet ŞİŞMAN’a bir tanıdık vasıtasıyla ulaşarak UĞUR’un ifadelerindeki tanıklığını sordurdum. Sayın ŞİŞMAN tahmin ettiğim ve her namuslu insandan beklediğim üzere, belediye başkan yardımcısı Hüseyin Ufuk UĞUR’un söylediklerinin tamamen iftira olduğunu olayı soran arkadaşa söylemiştir. Araya giren kardeşim zaten “Hocam Mehmet ŞİŞMAN asla yalan söyleyecek, böyle vicdansızlık edecek biri değildir” demişti. Dediği gibi de çıktı. Zira ben, ne Ferhat ERDOĞAN’ı ne de Mehmet ŞİŞMAN’ı tanımıyorum/hatırlamıyorum. Rektörlük görevi sırasında binlerce kişiyle görüştüm ve görüştüğüm herkesi hatırlamam mümkün değil. Bununla birlikte Mehmet ŞİŞMAN ve Ferhat ERDOĞAN TAV YAPI şirketi adına randevu alıp gelmişler. Herkesi kabul ettiğim gibi kabul edip dertlerini dinlemiş ve uğurlamışım. Randevusuz çat kapı gelmedikleri gibi Mehmet ŞİŞMAN veya Ferhat ERDOĞAN ismiyle değil TAV yapı olarak randevu alıyorlar!

Hüseyin Ufuk UĞUR’un tanık gösterdiği diğer isim Ramazan ÇİMEN’e arkadaşlarım ulaşamadılar. Sizler Ramazan ÇİMEN’i tanıyorsanız o da Mehmet ŞİŞMAN’ın söylediğinden başka bir şey size söylemeyecektir. İnsan evladı olan herkes asla böyle bir iftiraya alet olmaz.

Sait ÇELİK’e Göre Ferhat ERDOĞAN Kim?

Bana sorguda Ferhat ERDOĞAN’la ilişkilerim soruldu. Bu kişiyi ne tanıyor ne de hatırlıyordum. Cezaevindeyken dışarıya arkadaşlarıma haber saldım. Bu adamla ilgi hakkımda ciddi isnatlar var, isnatlar şunlar, bu adam sözde çok önemli bir FETÖ’cüymüş ve benimle irtibatı varmış. Bunu bir araştırın dedim. Arkadaşlar, ERDOĞAN’ın firari olarak Kanada’da olduğunu tespit etmişler. Gazeteci Kazım ŞEN bu kişiye sosyal medya yoluyla ulaşarak ERDOĞAN’a ERTUĞRUL ve UĞUR’un söylediği iddiaları sormuş. Sen rektörün makamına randevusuz çat kapı girmişsin, rektör ceketini ilikleyerek seni karşılamış ve makam koltuğuna oturtmuş gibi iddialar var bunlar doğru mu dediğinde ERDOĞAN hayır doğru değil, öyle bir şey olmadı demiş.

Murat Fatih ERTUĞRUL gibi varlıklı pek çok FETÖ’cünün sıkıntı çekmeden ve bir şekilde kurtarıldığı, masum kişilerin veya gariban FETÖ’cülerin zarar gördüğü, Uşak’ta bilinmekte ve yaygın bir şekilde konuşulmaktadır. Sürekli Uşak belediyesi ile işi olan müteahhit ERTUĞRUL’un böyle bir tezgaha alet olmasına artık şaşırmıyoruz. Bir gün olur da buralarda FETÖ borsası araştırılırsa yazdıklarım bir veri/kayıt olarak tarihe geçsin istiyorum.

Sonuç olarak bir rektörün aşırı hürmet gösterdiği bu çocuk meğer FETÖ’nün üniversite imamı imiş! Öyle mi ey UĞUR? Bir insan Allah’tan korkmaz ve kuldan utanmaz ise dilediğini yapsın. Ne diyelim.

Şimdi avukat Hüseyin Ufuk UĞUR’a soralım: Bu manzaraya şahit oldun ve böyle bir olayı neden devlete hemen ihbar etmedin de 22 Eylül 2017’ye kadar bekledin? 17/25 Aralık’tan sonrasını geçtim, hiç olmazsa 15 Temmuz’dan hemen sonra ihbar etseydin ya! Niçin 15 Temmuz’dan sonra tam 14 ay sonra gidip ifade verdin! Bildiğin gibi çok yakın arkadaşın Adil KARAMAN’da böyle yapmıştı! Sizi gidi çakma FETÖ mücahitleri sizi!

Diğer yandan Nisan 2015 rektörlük seçimine birkaç hafta kala Öz Ege Tv’de müteveffa Durdu DOĞAN ile aleyhime yaptığınız bir dizi programda niçin böyle bir olay yaşadığından bahsetmedin Hüseyin efendi? Bak burada büyük sükse yapardın. FETÖ’cü bir rektörü ifşa açısından asrın ihbarı olurdu! Gerçi bak sana ve senin şebekenin sağladığı imkanlara kanan Durdu DOĞAN’a da kalmadı bu dünya! Gerçekten sizlere şaşıp ta kalıyorum! Hesap günü var. Bu nasıl bir gaflettir.

Evet UĞUR efendi. Desteklediğiniz rektör adayı Rıfat OKUDAN’ı öne geçirmek için her türlü dalavereyi çevirdiğiniz bir hengamede bu kadar mühim bir olayı anlatmayı niçin ihmal ettin? Gerçek olsaydı kaçırılacak bir fırsat değildi elbette! Üstelik FETÖ’cü Ferhat’ı tanıdığını söylüyorsun ama yaşadığını iddia ettiğin bu olayın anlamını çözememiş saflığına yatıyorsun. İfadende Ferhat’ın FETÖ’cülüğünü bilmezliğe geliyorsun! Başsavcı sormasa da sen ifadende niye ERDOĞAN’ın FETÖ’cü olduğunu söylemedin? Bunu bir başka FETÖ’cüye söyleterek, tiyatronuza daha da inandırıcılık katacaksınız öyle mi? Hadi oradan!

Hüseyin Ufuk UĞUR İsmi Yolsuzluklarla Anılır

Hüseyin Ufuk UĞUR gibi bir adam, hakkımda iftirada bulunmuş. Bugün artık üzülmüyorum. Adı yolsuzlukla anılan bir şahsın yanımda görünmesi bugün beni üzerdi doğrusu! Adam namuslu görünümüyle televizyonda millete ahlak satarken bir izleyiciBu adam benden inşaatım için rüşvet istedi…” diyor. Bkz.

Atalarımız “arsızın ar nesine kokmuşun tuz nesine” derler. Uşak 3. Ağır Ceza mahkemesinde hali hazırda rüşvet istemekten yargılandığını öğrendiğimde şaşırmadığın bu şahsın yargıda dahi sahiplerinin olduğunu biliyorum. Hali hazırda Ali Galip Hoca “Hüseyin Ufuk UĞUR adının yolsuzluklarla anıldığını” ve “benim aleyhime yalancı şahitlik yaptığını” söylediği ve yazdığı için hakaretten yargılanıyor. Bazı sayın savcıların basın hürriyetinin yanında fikir ve ifade hürriyetinin ihlali bahasına da olsa, dava açmaya hevesli olduklarını, bazı hakimlerin de yeterli delil toplamayarak ve şahit dinlemeyerek ceza kesmeye meyyal olduklarını düşünüyorum. Bunu düşünememizi sağlayan o kadar çok olay yaşadık ve yaşıyoruz ki! Örneğin, Hüseyin Ufuk UĞUR’un şikayetiyle açılan davada Ali Galip hocayı yargılayan mahkeme kapısının önünde hazır olduğum halde, hakim benim tanıklığıma ihtiyaç görmedi! Halbuki, UĞUR duruşmada utanmadan “ben rektöre iftira atmadım” diyordu. Savunma, “tanığımız hazır dinlenmesini istiyoruz,” diyor, ancak mahkeme dinlemeye gerek görmüyordu… Ne düşünelim.

Yine CAHAN’ın şikayetiyle Ali Galip hoca’yı yargılayan mahkeme, tanıklığımı dinlemeyi reddediyor ve hakaret edildiği gerekçesiyle acele bir mahkumiyet kararı veriyordu. Şahsen ben bu sahneleri ve yargısız infazları bizzat yaşayarak gördüm! Ağır Ceza Mahkemesi süsü altında icraat yapan ve kapı önünde hazır bekleyen tanıklarımı dinlemeyen, sözde mahkemeden tanıyorum onları! CAHAN ve UĞUR gibilerinin haklarına hassas, mağdurların haklarına duyarsız mahkemeler var. Biliyor görüyor, kaydediyoruz. Ben de iyisi mi şimdilik buradan tanıklık yapmış olayım.

 Ey Hüseyin Ufuk UĞUR, mahkeme huzurunda utanmadan arlanmadan, “Ben sanık Ali Galip BALTAOĞLU'nu tanımıyorum. Sadece ismen kendisinin adını duymuştum. Bizim sanıkla aramızda herhangi bir husumet de yoktur” diyor, yalan söylüyorsun. Ali Galip Hoca’yı el birliğiyle tutuklattıktan sonra, haddini aşarak o tarihte Ak Parti İl Başkanı Yardımcısı, elan başkanı olan Avukat Fahrettin TUĞRUL Bey’e, “bu adamın avukatlığını nasıl alırsın” diye hesap sormaya kalkıyorsun. Ancak cevabını alıyorsun! Haa bir de mahkemede ben partili değilim, hiçbir partiden de değilim, kamu görevlisiyim diyorsun. Ak Parti kimliğini taşıyan bir belediyede yemediğin herzeyi bırakmıyorsun, sonra da gidip Ak Partili başkana kendince çıkışmaya kalkıyorsun, öyle mi? Davul dava adamlarının omzunda, tokmak senin gibi partili olmayanların elinde, öyle mi?

Ali Galip hocayı “tanımıyorum husumetim yok” diyorsun. Yine mahkemede, “Ben rektör dosyasında sadece tanık olarak ifade verdim. Ben sadece şahit olduğum bir olaydan bahsetmiştim. Sorulan sorulara cevap verdim. Kimse hakkında yalancı tanıklık yapmadım” diyor bir yalan daha söylüyorsun. Bugün yargı sizin gibiler yüzünden tartışılıyor.

Sözün burasında tarihe kayıt daha düşelim. Ali Galip BALTAOĞLU hoca bu şahsın mahkemedeki pişkinliğine hem çok kızmış, hem de bir eğitimci olarak çok üzülmüş. Bu nedenle kendi sitesinde “Dinini Yıkmış Hüseyin Ufuk UĞUR’a Nasihatimdir (1 ve 2) ”başlıklı iki yazı yazmış. Lütfen İbretle okuyunuz?

https://www.baltaoglu.net/93-guncel/237-dinini-yikmis-huseyin-ufuk-ugura-nasihatimdir-1.html

https://www.baltaoglu.net/93-guncel/238-dunyanin-rengine-kanmis-ve-dinini-yikmis-huseyin-ufuk-ugura-nasihatimdir-2.html

Bu saatten sonra Hüseyin Ufuk UĞUR’a sözüm şudur. Yüreğin yetiyorsa benim için de git ve şikayet hakkını kullan. Sen bir yalancı tanıksın, kumpasçısın ve FETÖ’cülerle şaibeli ilişkilerin var. Dahası Uşak halkının hakkınızdaki yaygın kanısını teyit eder mahiyette, İç İşleri Bakanlığı müfettişlerin hazırladığı görevi kötüye kullanma raporları var. Rüşvet istemekten yargılandıkları dava dosyaları var. Siz bunları yapacaksınız basın yazmayacak mı Hüseyin Efendi?  Türk Milleti adına karar veren adliyeler sizin babanızın çiftliği mi? O binalar kumpasçıların, adı yolsuzluklarla anılanların elini kolunu sallayarak dolaşacakları mekânlar değildir. Bunu zamanla anlayacaksınız!

Mahkemenin Acelesi Vardı.

17/25 Aralık Emniyet-Yargı darbe girişiminden sonra Mayıs 2015 tarihinde yeniden atanan görevi başında bir rektör olduğum halde şafak baskını ile göz altına alınıp FETÖ üyesi olmak isnadıyla tutuklandım. Ancak üst düzey bir yönetici olduğum halde dosyamda ne üniversiteden ne Uşak’tan ve ne de Türkiye’den hiç başka bir FETÖ’cü kimse yoktu.Doğal olarak diğer FETÖ’cülerle bağlantılı bir iş bir eylem ortaya koyamamışlardı. Bir rektör olarak, 10 ay hapis yattıktan sonra , terör tanımına uymayan bir şekilde, tek başına bir terörist olarak(!) Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandım.

 Belediye başkan yardımcısı UĞUR, FETÖ artığı ERTUĞRUL ve başsavcı GÜMÜŞ’ün ortak yapımı yukarıdaki senaryo, kendilerinin uydurduğu, tek başına ama örgütlü bir terörist iftirasının ortaya çıkardığı çelişkiyi/dilemmayı örtmek için yazılmıştı. Ancak mızrak çuvala sığmıyordu. Sığmadı!

Uşak 2.Ağır Ceza Mahkemesinde savunmamı yaptıktan sonra tanıklar dinlendi ve arkasından aynı gün duruşma savcısı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı kanunun 5/1 maddeleri uyarınca FETÖ üyesi olma suçundan cezalandırılmam ve tutukluluğumun devamı üzerine mütalaasını verdi. Yani 10 yıla kadar cezalandırılmamı istiyordu. Hemen cezayı verip geçeceklerdi. Ancak avukatım savcının mütalaasına katılmadığını söyleyerek yasal olarak hakkımız olan, savcının mütalaasına karşı savunma yapmak üzere ek süre talep ederek tahliyemi istedi.

Normal yargılamalarda mahkemeler en az 3-4 ay sonrası bir tarihe duruşma günü verirken bu mahkeme bir hafta sonrasına gün verdi. Diğer yandan mahkeme heyeti, aslolanın tutuksuz yargılama ve tutukluluk halinin istisna olduğu kuralını aklına bile getirmedi. Dahası CMK’nın 100. ve devamındaki maddeleri uyarınca; yani “delil karartacağımı ve yurt dışına kaçacağımı” gerekçe göstererek tahliye talebimizi reddetti.

Soruşturmanın başladığı iki yıl öncesinden bugüne, hangi delili elde ettiniz de onu karartacağım diye sormaya fırsat bile bulamadık! Mahkeme heyeti, savunma için istediğim belgelerin müzekkere ile istenmesini dahi “yargılama süresini uzatacağı” gerekçesiyle; iftiralar karşısında gösterdiğim tanıkların dinlenmesini de “zaten biz bunları biliyoruz” diyerek reddetmişti. Hem savcılık hem de mahkeme olarak Aslında delil karartanlar kendileriydi. Ayrıca yurt dışına kaçacağım gerekçesi de çok komikti. Ellerindeki uyduruk dosyaya göre yurt dışına kaçıp da bak biz dememiş miydik dedirtmeyeceğimi onlar da çok iyi biliyorlardı!

İki Duruşma Arasında Niçin Bir Hafta Süre Verildi

Diğer taraftan mahkeme heyeti, ilk duruşmanın ardından bir hafta sonrasına bilerek gün vermişti. Yangından mal kaçırıyorlardı! Her şey hesap edilmişti! Uşak’ta 2 adet Ağır Ceza Mahkemesi olduğu için verilen karara, 1. Ağır Ceza Mahkemesi üzerinden itiraz etme hakkımız vardı. Bir hafta sonrasına gün vererek 1. Ağır Ceza Mahkemesinin tahliye verme ihtimalini ortadan kaldırıyorlardı! Dosyamın 2. Ağır Cezadan 1. Ağır Cezaya gelmesi ve karar verilmesi zaten bir haftayı bulacak ve hakkımda 1. Ağır Ceza tahliye kararı verse bile mahkeme ile tutuklayacakları için anlamsız olacaktı. Dahası bu durum tüm ülkenin dikkatini çekecekti. Onlar işi sessiz sedasız bitirmek niyetindeydiler.

Başsavcı Mustafa GÜMÜŞ, önceki 2. Ağır Ceza Mahkemesi başkanına Mobbing uygulayarak ve HSK’ya şikayet ederek yıldırmış ve o da “böyle bir hukuk anlayışındaki bir başsavcı ile çalışılamaz” deyip tayin isteyip gitmişti. Yerine atanan başkan da bir önceki başkan gibi olmadık baskılara maruz kalmış ve neticede GÜMÜŞ’ün Ankara’daki uzantıları vasıtasıyla Uşak 1. Ağır Ceza Mahkemesine kaydırılmıştı! Yerine 2. Ağır Ceza Mahkemesine Ulaş BURAN’ın atanmasıyla GÜMÜŞ önemli ölçüde rahatlamıştı. Dolayısıyla kendilerinden görmedikleri 1. Ağır Ceza Mahkemesi başkanının hukukun gereğini yapacağından endişe ettikleri için süreyi görülmemiş bir şekilde dar tutmuşlardı. Daha önceden de iddianamenin yayınlanması ile duruşma günü arası oldukça dar tutulmuştu. 7 çuval delil klasörünün fotokopileri avukatıma duruşmadan 20 gün kadar önce teslim edilebilmişti. Bu klasörleri incelemeye fırsat bırakmadan duruşmaya çıkmak zorunda kalınarak savunma imkânlarımızı da elimizden almışlardı.

Buna rağmen uyduruk iddiaları, iki celsede de, somut belgelerle çürütmüştüm. Zaten savcının mütalaasında yeni hiçbir şey yoktu. İlk duruşmada cevabı verilmişti. Savcı mütalaasında, aksini ispat ettiğim halde iddianameden hiçbir şeyi değiştirmeyerek iddiaların aynısını tekrarlamıştı. Bunların da ne kadar uyduruk ve üretilmiş deliller olduğunu yazılarımın önceki bölümlerinde anlattım. Yani tutuklanmamdan önce Muhterem KURUÇAY’a paslanan iftiralar dışında ne başsavcı iddianamesinde ve ne de savcı mütalaasında yeni bir iddia yoktu. Savunmamın arkasından mahkeme heyeti karar için yarım saat kadar ara verdi.

Karar

Mahkeme salonunda eşim, çocuklarım ve akrabalarımla birlikte yerel ve ulusal basın temsilcileri de dinleyici olarak bulunuyordu. Heyet salona girince herkes ayağa kalktı ve mahkeme başkanı Ulaş BURAN hakkımda verdikleri kararı okumaya başladı. Birkaç gerekçe göstererek 7 yıl 11 ay ağır cezaya mahkum edildiğimi ve karara İzmir istinaf mahkemesine itiraz edebileceğimi açıkladı. Başkan BURAN, uyduruk ceza gerekçelerinin zayıflığından dolayı mahkeme salonundaki dinleyicilerden utanmış olacak ki; mahkemede hiç gündeme gelmemiş ve tanık olarak dinlenmemiş belediye başkan yardımcısı Hüseyin Ufuk UĞUR’un savcılığa verdiği yukarıdaki mizansen ifadeyi anlatmaya başladı. Böylece salondaki basın mensuplarına, daha sizin bilmediğiniz şeyler var, bu ağır cezayı onun için veriyoruz, demeye getirdi. O anda günü kurtarmıştı. Çünkü bir ay sonra çıkan gerekçeli kararda Hüseyin Ufuk UĞUR’un iftirası yer almıyordu.

Ah Savcım Ah

Başkanın hakkımdaki cezayı ve tutukluluğun devamına kararını açıklamasının ardından celse boyunca yaptığım savunmadan dolayı suçlu bir çocuk gibi masadan başını kaldırmamış olan duruşma savcısı adeta zafer kazanmış bir eda ile mahkeme salonuna doğru başını kaldırarak gülümsemeye başladı. Mahkeme heyeti ile mutlu mesut sohbet etmeye girişti.

Ne diyeyim bilmiyorum ama kırgınlığımı ifade etmeliyim. Yazık ettiniz sayın savcım hem de çok yazık. Sevinçli pozlarınızdan dolayı savunmamdan alınganlık gösterdiğiniz kanaatine vardım. Halbuki iddianameyi siz hazırlamadınız ki. Yaptığınız mütalaada da hiçbir katkınız yoktu. Bir mütalaa hazırlama zahmetine dahi girmediniz! Niçin savunmam ağırınıza gitti bilmiyorum. Oysa dönen dolapları pekala biliyordunuz. Uşak adliyesinde bunları duymayan yoktu. Aldığım cezadan büyük bir memnuniyet duyduğunuzu iliklerime kadar hissettim. Ben ve ailem size ne yaptı sayın savcım? Neydi bu düşmanlığınızın sebebi? Orası bir ağır ceza mahkemesiydi ve hakkın tecellisi bile olsa 8-10-15-20 yıl gibi ceza verdikten sonra, cezaya müstahak görülenin ailesinin önünde şen şakrak pozlar veren hakim ve savcılar görmek beni derinden yaraladı. Sizi nasıl bir kutlama beklediğini tahmin edebiliyordum. Ancak biraz sabredip arka odaya geçmeyi bekleyebilirdiniz!

Beraat Hükmü Verilmesi Gerekirken Ceza Verildi

Duruşmayı baştan sona kadar izleyen, savunmamın gücünü gören basın mensupları mahkeme salonundan ayrıldıktan sonra beraat beklerken verilen ağır cezaya hayretlerini dile getirmişlerdir. Bunlardan birisi olan Anadolu Ajansı Uşak temsilcisi Soner KILIÇ’ın “beraat verilmesi gerekirken ceza verildi” mealindeki sözü 19 ay sonra benzer şekilde Yargıtay’ın kararında da yer aldı. Yani FETÖ’cü olmadığımı aksine FETÖ’ye karşı canhıraş mücadele ettiğimi tespit etmek ve anlamak için isminizin önünde büyük hukukçu unvanlarının olmasına hiç gerek yoktu! Yargıtay somut delilleri gerekçe göstererek örgüte kesin tavır aldığımı belirtmiş ve “atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu mahkumiyetine karar verilmesi,” gerekçesiyle çetenin oyunu bozmuştu.

Pardon

Bu günlerde Adalet Bakanı Abdülhamit GÜL “Yargının 'pardon' deme lüksü yoktur. Çünkü o pardon dediğiniz, aylarca yıllarca cezaevinde kalmıştır. Buradaki pardon, o kişi lekelendikten sonra hukuk sistemine ve o kişinin onuruna, haysiyetine telafisi güç zararlar doğurur.” Diyerek ne kadar da doğru söylediğini, tam da kitabın ortasından konuştuğunu aynel yakin yaşamış birisi olarak benden ve benim gibilerden daha iyi taktir edebilecek kimse yoktur. Maalesef gözünü kan bürümüş bir şebeke, 17/25 Aralık’ta olduğu gibi Yargı yoluyla şahsıma başarılı bir darbe yapmıştır. Elbette yanlarına kâr kalmayacaktır. Şair-sanatçı Arif Nazım’ın dediği gibi:

İmama bozulup da bozmayız abdest, Gün gelir de bu hesap görülür elbet.

Düşüncesindeyiz…

Aristo yaklaşık 2300 yıl önce “Adalet önce devletten gelir. Çünkü hukuk, devletin toplumsal düzenidirdiyor. Bizim her şeyden önce Adil-i Hakim-i Zülcelal hakkı için adalet talebimiz vardır. Toplumsal düzenin tesisi, maşeri vicdanların tatmine bağlıdır. Aksi, kaostur, felakettir, yıkımdır.  Temennimiz artık daha fazla geç kalınmamasıdır!

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.