Emniyet KOM şube müdürlüğünde sorgum sırasında, Adil KARAMAN’ın ibretlik bir ifadesi ile karşılaştım. İfadesinde kendisinin Nakşibendi tarikatına mensup olduğunu söylemiş ve “Uşak Üniversitesi Rektörü Sait ÇELİK ve Rektör Yardımcısı Sayın DALKIRAN isimli şahısların FETÖ/PDY yapılanması içerisinde yer aldığını düşünüyorum. Her iki kişinin de farklı nur cemaatlerinden olduklarını söylenmesine rağmen bu gün için bu şahısların FETÖ yapılanması içerisinde yer aldığı kanaatindeyim” demiştir.
Dört yıl boyunca, yakın çalışma ekibimde yer alan KARAMAN ile rektörlük seçimlerine kadar hemen hiçbir sorun yaşamamıştım. Temsilde hata olmaz; Züğürt Ağa filmindeki Şıh gibi birisi, en has kardeşlerimi ve arkadaşlarımı ayartmıştı! Bu ayartılma hadisesini Adil KARAMAN sadece bana değil, Emniyet KOM’a ve mahkemeye de itiraf etti. KARAMAN ifadesinde:
“2015 yılı Üniversite Rektör seçimleri ile ilgili olarak YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. İbrahim HATİPOĞLU isimli ilahiyat profesörü olan kişi illerde Valilik, Belediye Başkanlığı, Üniversite Sivil Toplum Kuruluşlarını Üniversitedeki hocaları ve şehre yön veren şehrin önde gelen kişileri ile görüşerek konsensüs oluşturur. Bu görüşmelerde ve görüşmeler sonucunda kendisinin işaret ettiği kişide genelde sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Üniversitelere rektör olarak atanırdı. İbrahim HATİPOĞLU Uşak ilini de bu kapsamda ziyaret etti. Tüm görüşmeleri ve görüşmelerinin sonucunda 2015 yılı Nisan-Mayıs ayındaki Rektör seçimlerine Uşak Üniversitesinde Rektör adayı olarak Prof. Dr. Rıfat OKUDAN ’ı işaret etti.” Diyerek kendilerinin aklının İbrahim HATİPOĞLU tarafından nasıl çeldiğini anlatmıştır.
Züğürt Ağa, en yakın adamlarının bile Şıh’ın vaatlerine kandığını seçim sonuçlandıktan sonra anlarken, ben çok şükür seçimin hemen öncesinde fark ettim! KARAMAN’ın ifadesinde söylediği ve 11. Bölümde anlattığım gibi YÖK Yürütme Kurulu Üyesi İbrahim HATİPOĞLU, atanacak rektörü belirlemek gibi sözde özel bir görevle Uşak’a gelmiş ve rektörlük seçimlerine çomak sokarak manipüle etmiştir. YÖK ve Cumhurbaşkanlığını paravan olarak kullanan şark kurnazı HATİPOĞLU’ nun rektör olarak Rıfat OKUDAN’ın atanacağına dair ayartmaları ve taahhütleri olmasaydı ne Belediye Başkanı Nurullah CAHAN ( Adil KARAMAN da aynı gruptandır) grubu ve ne de Uşşaki şeyhi Muhammed Bakır MUTLU grubu şahsıma karşı iftira üretmeyi akıllarından bile geçirmeyeceklerdi! İbretlik bir hadisedir ki ilahiyat profesörü HATİPOĞLU, ancak iblislik olarak tanımlanabilecek bir strateji ile fitnenin fitilini ateşlemiş ve yaşanan bir dizi olayla bir çok insanın büyük günahlara girmesine sebep olmuştur.
En yakınımdaki adamı bile bir İlahiyat profesörü olan İbrahim HATİPOĞLU ayartmıştı. Aslında KARAMAN ekibinin grup taassubu, ayartılmalarını kolaylaştırmıştı. Kendi hiziplerinden birisinin rektör olmasının yanında, şahsıma karşı göstermesi gereken vefa duygusunun ne önemi olabilirdi. Nasıl olsa Şıh efendi hazretleri, benim günlerimin sayılı olduğunu söylemiş, garanti vermişti!
Seçim öncesi KARAMAN’ın genel sekreter sıfatıyla arkamdan çeşitli dolaplar çevirdiğine dair sözler duymuş olsam da böyle bir ihaneti hiç beklemediğim için inanmadım. Bazı arkadaşlarımın bu konudaki ikazlarını maalesef kulak arkası ettim. Neden? Çünkü bir rektör için, rektörlük seçimlerinde en yakınındaki adam olan genel sekreterinin bile kendisini desteklemiyor denmesinin izahı zordur ve dahası acı vericidir! Galiba bu yüzden hakkında söylenenleri duymamayı tercih etmiştim. İnançlarım da KARAMAN lehindeki reflekslerimi desteklemişti. Zira aramızda mümin kardeşliği hukuku olduğunu düşünüyordum. Şahsım açısından doğru olan bu düşüncemin, muhataplarım açısından geçerli olmadığını yaşayarak öğrendim. Meğer hizip kardeşliğinden öte bir kardeşlik, gücün yanında olma ve çıkar sağlama arzusundan daha güçlü bir arzu yokmuş!
Bu gerçeği bana KARAMAN ve tarikatı bittecrübe öğretti! Gözaltına alındığımda, hiçbir insanın bir arkadaşına yapmayacağını, yapamayacağını ve hatta sıradan kişilerin bile düşmanına yapmayacak olanı yaptı! Yeryüzünde bu yapılanı meşru görecek hiçbir din hiç ahlaki öğreti, olamaz! Akıllara ziyan iftirasını okuduğunuzda sizler de bana hak vereceksiniz. Zira bu kötülükleri havsalası almayan ben, şairin; “şerbet niyetine kanımı içtim de sustum/ çaresi yok kötülüğün, insanlığımı kustum, şeklinde ifade ettiği ruh haline büründüm.
Bir Dolar Hikayesi
Bilindiği üzere 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünden hemen sonra üst düzey FETÖ’cülerin birbirlerini serileri belli, 1 dolarlar üzerinden tanıdıklarını ve bu dolarları şifre olarak kullandıkları ortaya çıkmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam darbe teşebbüsünden sonra Fenerbahçe Ordu Evi’ndeki darbecilerin birbirlerini bir dolar göstererek tanıdıklarına ve birbirlerine yol verdiklerine dair haberler çıkmıştı. İşte bu gerçek üzerinden şahsıma, şeytana pabucu ters giydirecek bir senaryo kurulmuştu.
Bakın Adil KARAMAN, Emniyet KOM’ da neler diyor:
“Benim rektör Sait ÇELİK’ in FETÖ/PDY terör örgütü yapılanması içerisinde yer aldığını düşünmeme sebep olan en büyük iki olay şudur:
2011 yılında Sait ÇELİK Uşak Üniversitesine Rektör olarak atandıktan sonra Üniversiteye kamunun ve şehrin önde gelenleri kendisini tebrik etmek amacıyla protokol ziyaretleri gerçekleştirdiler. Gelenler arasında dönemin Uşak Cumhuriyet Başsavcısı Ali BAYRAM da vardı. Ali BAYRAM’ ı makamında iade-i ziyarette bulunduğumuz sırada Başsavcı Ali BAYRAM masasında makam koltuğunda oturuyordu… Sohbet esnasında Başsavcı Ali BAYRAM rektör hocaya cüzdanında döviz taşırmışın diye sordu. Rektör Sait ÇELİK te kendisine cüzdanında döviz taşıdığını söyledi ve cüzdanından 1 ABD Dolarını çıkararak masanın yan tarafından kendisine verdi. Ali BAYRAM da kendi cüzdanından çıkardığı 1 ABD dolarını da masanın yanından Sait ÇELİK’ e uzatarak verdi. Sait ÇELİK’ in kendi cüzdanından çıkardığı 1 ABD dolarını da masanın yanından aldı. Sait hoca Ali BAYRAM’ dan aldığı 1 ABD dolarını iki eli ile tutarak kucak hizasında gözü ile kontrol etti. Ali BAYRAM ise Sait ÇELİK’ ten aldığı 1 ABD dolarını yukarıya kaldırarak sanki sahtemi gerçek mi diye kaldırarak gözü ile kontrol etti. Daha sonra bana ikisi de sen cüzdanında döviz taşıyor musun diye sordular. Ben de sıkılarak hayır taşımıyorum. Hatta cüzdanımda da banka kartlarım olduğu için yanımda para olmadığından da utandım ve sıkıldım…”
Yine benim rektör Sait ÇELİK’ in FETÖ/PDY terör örgütü yapılanması içerisinde yer aldığını düşünmeme sebep olan bir diğer olay da şudur:
Uşak Üniversitesinde rektör, rektör yardımcıları ve üniversite genel sekreteri öğlen yemeklerini üniversite yemekhanesinin çatı katında özel alanda yerlerdi…Bir gün yine ben Sait ÇELİK ve rektör yardımcısı Prof. Dr. Sayın DALKIRAN isimli hoca bu bölümde yemek yerken Sayın DALKIRAN hoca cüzdanda dolar taşıma konusunu açtı. Rektör hoca ve Sayın hoca yemek esnasında cüzdanlarından çıkardıkları 1 ABD dolarını birbirlerine gösterdiler. Hatta Sayın DALKIRAN HOCA Rektör Sait ÇELİK hocaya dolardaki harflerden bahsetti. Ben o anda bu aralarındaki yaptıkları muhabbetten hiçbir şey anlamadım…Bana Sayın DALKIRAN hoca açıktan aleni olarak ‘sen de cüzdanında döviz taşıyor musun’ diye sordu. Ancak Sayın DALKIRAN hoca şaka yapıyormuşçasına baskıyla benim cüzdanımı ‘çıkar çıkar diyerek” cüzdanımı cebimden çıkarttı. Ben de sıkılarak cüzdanımda döviz olmadığını gösterdim. Bu konu orada kapandı. Daha sonra FETÖ/PDY terör örgütü kapsamında Cumhuriyet Savcılarının yürüttüğü soruşturmalar esnasında basından öğrendiğim kadarıyla FETÖ/PDY terör örgütü üyelerinin birbirini tanımak amacıyla birbirlerine 1 ABD doları gösterdiklerini öğrenince şok oldum ve yaşadığım bu iki olay gözümün önüne geldi ve birden bire ne anlama geldiğini anladım.”
Adil KARAMAN’ın böylesine absürt ve meczupvari bir iftirayı atmasını bireysel bir inisiyatif olarak görmüyorum. Şahsıma vurucu bir iftira atması gerektiği birileri tarafından kendisine telkin edilmiş olmalıdır. Bu durum oyunu kuranların beni tutuklamaktaki ve hayatımı karartmaktaki kararlılıklarını gösteriyordu. Aslında hayatın normal akışına uygun olamayan böyle bir ifadenin iftira olduğunu çözmek Emniyet için son derece kolaydı. İstenseydi, tecrübeli bir emniyetçi çapraz sorguyla akıllara ziyan iftiranın ipliğini pazara çıkarabilirdi! Çıkarmadılar elbette!
KARAMAN’a Sorulmayan Sorular
Adil KARAMAN’a bu kadar önemli bir bilgiyi niçin devletten sakladığını ve ihbar etmediğini ne emniyet, ne savcılık ve ne de hakimlik sormadı. Kimse ona 15 Temmuz’dan sonra 5.5 ay neden bekledin demedi! Gerçi KARAMAN mizansen gereği göz altına alınmıştı! Üzerine gidilmeyecekti! Başsavcı GÜMÜŞ idaresinde Uşak’ta FETÖ soruşturmaları böyle yapılıyordu!
KARAMAN aynı ifadeyi hakim huzuruna çıktığımızda da tekrarladı. Duruşmaya girdiğimiz salonun hemen her yeri Uşak Belediyesini ve eski başkan Nurullah CAHAN’ı tanıtan görsellerle ve eşantiyonlarla doluydu. Duvar ve masa takvimleri bir yere kadar anlaşılabilir ancak bu kadar abartı, mahkeme salonunun şahsım için özel olarak dizayn edildiğini gösteriyordu. CAHAN ve ekibi mahkeme salonunda güç gösterisi yapıyordu! Buralar bizden sorulur diyordu adeta!
Sulh Ceza Hakimi İ. Ç. olayı sorgulamadı elbette! Bu adam bir olay anlatıyor, eski başsavcı Ali BAYRAM’ı ve rektör yardımcısı Sayın DALKIRAN’ı olayın aktörleri olarak ifade ediyor. Nerede bu adamların ifadeleri demedi? Hakim İ.Ç., BAYRAM’ ın ve DALKIRAN’ n bu husustaki ifadelerine neden başvurulmadı diye, ne terör savcısı SAKAOĞLU’na ne başsavcı GÜMÜŞ’e ve ne de KOM müdürü Yılmaz YENER’ e sormadı! Sadece bana sordu: “şahsın beyanı ile ilgili ne diyorsun” dediğinde ben de “Adil KARAMAN’ın psikolojisinin normal olmadığını ve halüsinasyon gördüğünü düşünüyorum. Böyle bir şey ancak hayal ürünüdür.” Diyebildim.
Hakim tekrar bana “Adil KARAMAN FETÖ’ cü mü” diye sordu, ben ise “hayır FETÖ’ cü değildir, Nakşibendi tarikatının bir koluna mensuptur” dedim. KARAMAN’ ın avukatı ise “Efendim Rektör beye sorabilir miyiz müvekkilimin üniversite genel sekreteri olarak atanmasında FETÖ’nün etkisi olmuş mu” deyince ben de “FETÖ ayrı bir kişinin genel sekreter olarak atanmasını istiyordu. Aslında pek çok kesimden çok sayıda kişi bu kadroya atanmak istiyordu. Ancak ben hukuk doktoralı olması nedeniyle KARAMAN’ı tercih ettim. KARAMAN’ ı genel sekreter olarak atadığımda da bir çok kişi ve grup da bana sitem etmiştir.” dedim. Bu da bir tarikat avukatının savunma kurnazlığı ve uyanıklığıydı! Bana bu tuzağı kuran şebekenin mutemet adamı Adil KARAMAN’ı şahsımı kullanarak aklatıyorlardı! Ama arka plandaki zayıflığı görmüyorlardı! FETÖ’den tutuklayacakları rektörün ifadesi muteberse niçin aklansın ki? Ancak biz iftira etmiyor, her hal ve şart altında doğrulara ve doğru bildiklerimize tanıklık ediyorduk elhamdülillah!..
Bundan sonra hakim ifadede isimi geçen DALKIRAN hakkında “peki Sayın DALKIRAN FETÖ’cü mü?” diye sordu. Ben de “hayır değildir, Risale-i Nur rahle-i tedrisinden geçmiş birisidir, FETÖ ile hiç irtibatı ve iltisakı yoktur” dedim. İşte ben içeride DALKIRAN hakkında bildiğim doğruya tanıklık ederken, dışarıda Sayın DALKIRAN, kendisine rektör FETÖ’cü mü diye soranlara, rektörlük koltuğunu kapabilmenin heyecanı ile “ben bilemem” demiştir. Ancak rektörlük hayalleri suya düştükten ve iş işten geçtikten sonra hakikate tanıklık edebilmek için ekstra gayret göstermiştir.
Şebekenin Bir Eli de İstinaf Mahkemesinde
Nihayetinde KARAMAN’ın akla ziyan iddiaları, şahsımı tutuklamak için oldukça iyi bir gerekçeydi. Ancak iddianamede ve Ağır Ceza Mahkemesinde aynı şekilde gündem olmadı. Savunmalarda da gündeme gelmemesi için gereken tedbirler alındı!
Neticede, Ağır Ceza Heyeti kumpası başarıyla mahkumiyete çevirmek için gösterdiğimiz diğer tanıkları dinlemeyi reddettiği gibi olayları iyi bilen, tiyatroyu adım adım takip eden ve kumpası çözümleyen Dr. Öğretim Üyesi Ali Galip BALTAOĞLU’nun, tanık olarak dinlenmesini talep etmemize rağmen, dinlemeyi reddetmiştir. Oysa Ali Galip hoca 30 Ekim 2017’de AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE ANLATACAKLARIM VAR! başlıklı makalesi ile kumpasa karşı yapacağı tanıklığını açıkça ilan etmişti (https://www.usak.tv/agir-ceza-mahkemesinde-anlatacaklarim-var-makale,187.html ). Mahkemenin kapsının önünde hazır bulunan bir tanığı dinlemek çok mu zordu? Dinleyip yine de mahkûm edebilirdi? Neden diye sormaya gerek var mı?
Sadece bu gerçek bile mahkeme heyetinin maksadının üzüm yemek olmadığını gösteriyordu. Hele hele bu sözde MUHAKEME, yeni delil ve şahitlik taleplerimizi bir hafta arayla yaptığı iki celse de REDDEDİP, yangından mal kaçırırcasına 7 yıl 11 ay ağır hapis cezasına mahkum etmişse! Bu açık bir yargısız infaz değil de neydi?
Bu eleştirim, duruşmalı muhakeme talebimizi reddederek kasta müstenit kararı onaylayan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi için de aynen geçerlidir. Öyle ki İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin Esas No:2018/387, Karar No: 2018/1023 ve 16.03.2018 tarihinde mahkumiyetim onaylanmış ve bu karar UYAP’a düşmeden 6 gün önce Uşak belediye medyası olan ve Başkan Nurullah CAHAN’ın yeniden aday gösterilmemesinin ardından kayıplara karışan usakhaber.com tarafından aynı gün yani 16.03.2018 tarihinde Uşak’ta haber yapılmış ve birkaç dakika sonra da alelacele kaldırılmıştı! İşte metni, bakınız:
Yukarıda sunduğumuz haber yayınlandığı andan bir iki dakika sonra aceleyle kaldırılsa da Medya Takip Merkezi arşivine çoktan kaydedilmişti. Medya Takip Merkezi’ndeki 16 Mart 2018 tarihli haberin tarihini net olarak gösteren belgenin fotoğraflarını ibret için aşağıda sunuyorum:
Bir de İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin hakkımdaki mahkumiyeti onayladığı 16.03.2018 tarihini gösteren kararın son kısmının fotoğrafını inceleyiniz lütfen:
Mahkumiyetin Onay Kararı Aynı Gün Malum Belediye Medyasına Nasıl Düştü?
İzmir’de sadece mahkeme heyetinin ve Kâtib’in bulunduğu bir ortamda alınan karar aynı anda malum medyaya nasıl düşer diye sormadan edemiyorum. Şimdi; Yargıtay yolu açık olduğu halde kasıtlı olarak “FETÖ’cü Eski Uşak Üniversitesi Rektörü Sait ÇELİK’in Cezası Kesinleşti” diye verilen haberin yayınlanmasının hemen ardından alelacele kaldırılması daha iyi anlaşılmış olmalı. Bu tevafukun (!) kumpasın diğer bir delili olarak kayıtlara girmesini sağlıyoruz.
Bölge Adliye Mahkemesi içinde de pervasızca dolaşan kumpasçılar, sevinçten ne yapacağını şaşırarak bir kez daha fenersiz yakalanmışlardı. Tuzak kurucuların en hayırlısı Rabbim bir iz de burada bırakmalarını sağlamıştı! Kısacası şebekenin elleri İstinaf Mahkemesine de uzanmıştı. Zira Hukuka Kesin Aykırılık Hâlleri CMUK 289 /h ‘da geçtiği şekliyle “Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması,” gibi mutlak bozma nedenlerini üst mahkeme üyelerinin bilmemesi mümkün değildi! İstinaf mahkemesinin duruşma talebimizi reddederek dosyayı iki ay gibi kısa sürede hemen onaylaması dahi, çok sağlam bir dosya idi ki; doğrudan onaylandı, algısına hizmet ediyordu!
Başsavcı GÜMÜŞ, KARAMAN’ın İftirasını Neden Almadı
Diğer yandan eski başsavcı Mustafa GÜMÜŞ, hakkımdaki ilgili ilgisiz hemen her ayrıntıyı alarak köpürttükçe köpürttüğü 200 küsur sayfalık iddianameye Adil KARAMAN’ın dikkat çekici iftiralarını ne hikmetse almadı. Adil KARAMAN biraz fazla tamahkarlık ederek şahsımla birlikte Sayın DALKIRAN ’ı da iftirasına katmış ve böylece bir taşla iki kuş vurmak istemişti. Ancak DALKIRAN göz altına alınmamın arkasından hemen şebeke ile işbirliğine girmesi KARAMAN’ın hesaplarını alt üst etmişti. Başsavcı GÜMÜŞ böyle bir iftirayı delil olarak kullanırsa DALKIRAN hakkında da işlem yapmak zorunda kalacaktı! Başsavcı GÜMÜŞ, DALKIRAN’ın ricası ile mi KARAMAN’ın iftirasını iddianameye almadı, yoksa CAHAN grubunun ricası ile mi, bilmiyorum. Zira GÜMÜŞ için bu kaçırılacak bir fırsat değildi! Basında oldukça dikkat çekici bir manşet yaptırır ve bu haber ile tüm ülkede sükse yapardı!
Bu bir dolar hezeyanın/iftirasının Ali Galip Hoca tarafından deşifre edilmesi nedeniyle de iddianamede kullanılmaması uygun görülmüş olabilir. Zira hoca, 5 Mayıs 2017 tarihinde yani iddianame ortaya çıkmadan 6 ay önce “Uşak Üniversitesinde Büyük Kumpas” başlıklı makalesinde, savcıya hitaben kumpası açıkça ifşa etmiş ve söylenecek hemen her şeyi söylemişti (https://www.baltaoglu.net/93-guncel/196-usak-universitesinde-buyuk-kumpas-feto-nasil-meto-oldu.html).
Şebekeyi Çileden Çıkaran Ali Galip Hoca
Ali Galip Hoca’nın şahsıma kurulan kumpası deşifre eden yazılar yazması şebekeyi adeta çileden çıkarıyordu. Olağanüstü hali fırsata çevirerek ve FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi yaparak FETÖ tarzı tezgahlarını ne de güzel kurmuşlardı. Sinsice işi götürmenin heyecanını yaşarlarken Ali Galip Hoca şebekeye: “hoppala bu da nerden çıktı” dedirtmişti! Zor zamanda KRAL ÇIPLAK diyen hoca isim de vererek kumpası kamuoyuna açıkça ilan ediyordu. Şebeke, gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi bir şaşkınlık yaşadıktan sonra Ali Galip Hoca’yı bir kaşık suda boğmak için harekete geçti. Kumpasta isimi geçen kişiler arka arkaya suç duyurusunda bulunurlar ve arkasından savcılar arka arkaya davalar açtılar. Açılan yedi davadan altısını açan savcının ise C.E olduğunu görüyoruz:
1) İddianame Tarihi: 12 Nisan 2017, Şikayetçi : Adil ERKEN, (Savcı: C.E.)
2) İddianame Tarihi: 12 Nisan 2017 ve 18 Ağustos 2018, Şikayetçi : Volkan TURAN (Savcı: C.E)
3) İddianame Tarihi: 18 Haziran 2018, Şikayetçi : Sayın DALKIRAN, (Savcı: C.E.)
4) İddianame Tarihi. 19 Haziran 2018, Şikayetçi: Gökhan ACAR (Savcı :C.E.)
5) İddianame Tarihi: 20 Kasım 2018 Şikayetçi: Adil ERKEN-Sezayi DAŞDEMİR (Savcı: C.E.)
6) İddianame Tarihi: 15 Nisan 2019 Şikayetçi :Hüseyin Ufuk UĞUR (Savcı: G.Y.)
7) İddianame Tarihi: 25 Nisan 2019 Şikayetçi :Nurullah CAHAN (Savcı: C.E.)
Ancak kumpasçıların tetikçiliğini yapan pek çok kişinin buraya yazmaktan ar ettiğim apaçık galiz hakaretlerine karşı şahsımın ve Ali Galip Hoca’nın yaptığı suç duyuruları, Uşak Cumhuriyet Başsavcılığı’nca takipsizlikle sonuçlandırılarak açıkça suçlarının üstü örtülmüş ve şebeke teşvik edilmiştir. Kanaatim o ki, bu kararların her biri görevi kötüye kullanma belgesidir. Aşağıdaki linki inceleyiniz. Bu hakaretler nasıl kapatılabildi, lütfen düşününüz? Yargı adına gerçek bir facia değil mi? (https://www.usak.tv/ulkuculugu-kabadayilik-zanneden-iftiraci-baskana-cevabimdir-makale,173.html ).
Savcılar Ali Galip BALTAOĞLU’na dava açarken gerekçelerinde özellikle iki konuyu öne çıkardılar:
1) Soruşturmanın gizliliğinin ihlal edildiği iddiası; ki Ali Galip Hoca, soruşturma dosyasında şahsıma yöneltilen “bir dolar” hikayesi ve “Yurtta Sulh Konseyi üyesi” olduğuma dair iftiraları ifşa ederek kumpasçıların ipliklerini pazara çıkarmıştı. Aslında hakkımda FETÖ algısı oluşturmak için şebeke üyelerine gizli bilgileri baştan beri vererek soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal eden bizzat soruşturmayı yürütenlerin ta kendileriydi. Aşağıdaki örneğe lütfen dikkat buyurunuz. Yurtta Sulh Konseyi üyeliği gibi sadece kolluk ve savcılıkta olması, başka hiç bir yerde asla olmaması gereken adi bir iftira ve melun bir kurgu kumpasçılar tarafından sosyal medyada paylaşılarak algı oluşturulmuştu:
Bu arada, Murat KOPARAN’ın Uşak belediyesi eski başkanı Nurullah CAHAN’ın basın danışmanlığını yaptığını belirtelim. KOPARAN’ın 2017 yılında Ankara yolunda, Uşak belediyesine ait resmi aracın içinden paylaşarak kendini ele verdiği twit ise belge niteliğindedir:
Murat KOPARAN’ın paylaştığı yukarıdaki görselde arabanın önündeki görevli ibaresi büyütüldüğünde Uşak belediyesinin amblemi ve Uşak Belediyesi Görevli yazısı açıkça görülmektedir:
2) Terörle mücadele eden kamu görevlilerini hedef göstermek: Oysa terör savcısı Bahadır SAKAOĞLU, bir FETÖ şüphelisine, şahsıma ve Ali Galip Hoca’ya iftira attırmak için olmadık alicengiz oyunlarına başvurmuş, Ali Galip Hoca ise yazılarıyla bu oyunu bozmuştur. Aynı zamanda da nefsi müdafaasını da yapmıştır. Hoca’nın şu satırları bir kez daha ibretle okuyunuz?
“Bakın sayın savcım, ben bu satırları yazarken, haklılığıma ve hakka güveniyorum. Hiçbir beşere sırtımı dayamıyorum, kimseye sığınmıyorum, Sadece Allah’a sığınıyorum. Siz bunca yanlışı yaparken kime veya kimlere güvendiniz? Bu yanlışlara sizi kim veya kimler sürükledi? Süreç kimin kimi ne kadar koruyabileceğini gösterecek! Kendinize olan güveninizi biraz erozyona uğramış gibi görüyorum sayın savcım. Neden? Yaptığınız yanlışla iç dünyanızda yüzleştiniz mi yoksa?
Kime ve neye güvendiniz savcım? Sizin çoluk çocuğunuz, Allah’ınız Kitabınız yok mu? Odanıza nasıl bir FETÖ şüphelisini getirtip, Yrd.Doç.Dr. Volkan TURAN’la beraber bana ve rektöre iftiraya ikna seansları yaparsınız? Yalan mı Bahadır savcım?”
“Bunun adı Cumhuriyet Savcılığı öyle mi? Beni linç ediyorlar koruyun öyle mi? Bu ne güzel iş sayın savcı. Ondan sonra da siz FETÖ ile mücadele eden savcısınız ve bu nedenle size haksız saldırılarda bulunuyorlar, linç ediyorlar öyle mi!?
Kim yapıyor size bu haksızlığı? Ben mi? Komik oluyorsunuz sayın savcı. Kanaatim odur ki, suç üstüne suç işlemişsiniz. yanlışın dibini bulmuşsunuz. Bu işlere karışanların sonuna kadar peşindeyim. Hukuk önünde hesabımızı göreceğiz. Eninde sonunda sizi koruyan duvarları yıkacağım. Bu skandal soruşturma bir kumpas davasıyla sonuçlanacak. Sizi ve bu işe karışan diğer adli ve idari personeli elleri kelepçeli görmek isterim. Siz savcılık yapmadınız. Bana ve rektöre kumpas kurdunuz. Bir masumu iftiralarınızla cezaevine gönderdiniz.
Siz ne yaptınız biliyor musunuz? Hayatı boyunca FETÖ ve iktidar erki içindeki FETÖcülerle mücadele etmiş benim gibi bir adamı, FETÖ’cü yaftasıyla içeri almaya çalıştınız. Benim lekelenmeme hakkımı ihlal ettiniz. Sizin yüzünüzden bir sürü siyaset zübüğünün saldırısına uğradım. Karalamalarına maruz kaldım.
Bakın sayın Savcı, Adil ERKEN adlı kesinlikle FETÖcü olduğu kanaatinde olduğum bir kişi beni savcılığınıza şikayet etti! Bu şikayet üzerine siz benim hakkımda FETÖ terör örgütüyle ilişkisi araştırılsın diye polise talimat verdiniz! İlişki bulabildiniz mi bari? Ne buldunuz? Elbette bulunamadı. Siz Manisa’ya gittikten sonra dosya savcılığa geri geldi. Adil ERKEN’e hakaret iddiasına çevrildi ve ben basit bir hakaret iddiasının ifadesini emniyette terörle mücadele biriminde verdim!
Devleti bu iş yoğunluğunun içinde, böylesine boş ve gereksiz işlerle uğraştırarak, bu devlete ve millete hizmet mi ettiniz? FETÖ’cü olduğu kanaatinde olduğum ve FETÖ şüphelileri içinde ismi üniversiteye birinci sırada bildirilen Adil ERKEN’i araştırmak hiç aklınıza geldi mi sayın savcım?
Bu durumda ben ne düşüneyim? Bir FETÖ’cünün şikayetiyle savcıların aklına beni terörle ilişkilendirmek geliyorsa, doğal olarak benim de aklıma böyle savcıları FETÖyle ilişkilendirmek geliyor. Bu şartlar altında takdir etmelisiniz ki, bazı şeyleri sorgulamak en doğal hakkımdır” (https://www.baltaoglu.net/guncel/197-ah-savcim-ah-ne-yaptin-sen.html
Tehdit ve suç duyuruları da hocayı susturmaya yetmedi. Hoca kötülükten anlamıyordu. Belki de iyilikten anlardı. Gıpta damarlarını tahrik etmek gerekiyordu. Onu da denediler. Terör savcısı SAKAOĞLU ile Ali Galip Hoca’yı uzlaştırma teşebbüsünde de bulunuldu. Bahadır SAKAOĞLU ile aynı masada oturup konuşturulacaktı! Hoca teskin edilmeye çalışıldı! Bir arkadaş bu görevi üstlenmişti. Dalgalar yanlış sinyal vermiş ve karıştırılmış ve böyle olmuştu nedense! Halbuki BALTAOĞLU ve SAKAOĞLU “aynı kandandı, ülkücü milliyetçi dalgadandı! Ali Galip Hoca, bu yaklaşımları da net bir biçimde reddetti. “Benim bir FETÖ şüphelisine iftira ettirmeye çalışan bir kamu görevlisiyle aynı kandan da, aynı dinden de olmam söz konusu değildir” diyerek uzatılan barış çubuğunu elinin tersiyle itti.
Geriye bir tek seçenek kalmıştı, ne konuşabileceği ne de yazabileceği bir seçenek, o da Hoca’nın özgürlüğünü elinden almak! GÜMÜŞ, FETÖ kaosunun sunduğu fırsatlar dünyasında yapacağını yaptı ve Ali Galip Hoca’ya bu seçeneği uyguladı. Hem de “FETÖ'nün Türk Silahlı Kuvvetlerindeki(TSK) "kripto" yapılanmasına yönelik Uşak merkezli Antalya, İstanbul, Van, Isparta ve Ankara ‘da düzenlenen operasyonda” tutuklandığı gibi alçakça bir yalanı ve iftirayı da basına servis etmişlerdi (https://www.usakhabermerkezi.com/guncel/gazeteci-kazim-sen-ve-ali-galip-baltaoglu-fetoden-tutuklandi-h30583.html) 69 gün cezaevinde tutuldu. Eski Başsavcı, HSK kararnamesi ile Uşak’tan gitmek zorunda kalmasaydı, hocayı yıllarca hapiste tutmak isterdi. Hukuka aykırı bir tutuklamayla zaten bu kararlılığını göstermişti! Kanaatim bu yöndedir. Bir rektöre keyfi davranmakta hiçbir beis görmeyen GÜMÜŞ’ün , Ali Galip Hoca’ya hayli hayli keyfi davranması normal bile sayılabilir! Nasıl olsa yargı bağımsız, kim ne karışabilir? Değil mi? Ancak başsavcı GÜMÜŞ’ün Uşak’tan ayrılmasıyla tiyatro perde kapattı, devlet refleksleri harekete geçti ve hoca özgürlüğüne kavuştu.
Adaletin tesisi için devletin verdiği yetki paravan olarak kullanılarak intikam alan bir başsavcı portresi! Ülkemiz bunlara müstahak mı? Yazık değil mi?
Elbette Ali Galip hoca gibi her ne pahasına olursa olsun hakka şahitlik eden onurlu insanlar az bulunur. O, benim hakkımdaki doğruları ifade ederken nefsini de müdafaa eden, gücünü haktan alan bir yüksek sestir. Zalimlere karşı net bir reddiye yapmıştı. Hoca, 16 Mayıs 2017’da yani ben tutuklandıktan 5.5 ay sonra, savcı Bahadır SAKAOĞLU’nun, Volkan TURAN’la beraber FETÖ şüphelisine iftira ettirme seansını açıkça ifşa etmiş ve o korku ortamında “…Sait Çelik hakkında topladığın bütün iftiracı ve itirafçı ifadeleri sahtedir, hükümsüzdür! Yaptığınız soruşturmayı çöpe atın sayın savcım” deme cesaretini ve ferasetini göstermiş, nitekim zaman onu haklı çıkarmıştır. (//www.usak.tv/usak-bassavcisi-mustafa-gumus-vakasi-makale,194.html) Yargıtay, şebekenin hevesini kursağında bıraktı elhamdülillah. Yargıtay beraat gerekçesiyle kararı bozarak hakkımdaki iddianamenin de çöpe atılmasını sağladı. Kumpasçıların iddia ettiği gibi, eleştirilen hususlar ile sayın savcıların hedef gösterilmediği, işlerine haram karıştırmaktan dolayı eleştirildiği ortaya çıkmıştır.
Lanet Olsun Sana FETÖ!
Lanet olsun sana ey müfsit Fetullah. Karakterin intikam almaya, istismar edilmeye ve sırtından geçinmeye ne kadar da müsait. Çıkardığın fitne toplumdaki hemen her bireyi tedirgin etmiş ve elan etmeye de devam etmektedir. Farkında olsalar da olmasalar da en fazla zararı da kedi müntesiplerine vermiş ve elan da vermeye devam etmektedir. Tanımlamak için uygun bir kelime bulamadığım böyle kaypak ve kullanışlı bir başka örgüt yeryüzünden gelip geçti mi acaba?
Ben Tutuklandım Ama KARAMAN Serbest Bırakıldı
Sulh Ceza Hakimliğindeki duruşmanın ardından Adil KARAMAN serbest bırakılırken şahsım hakkında tutuklama kararı çıktı. Böyle bir hezeyanı yanımda da tekrarlayıp şimdi hangi yüzle ailesine kavuşacak, oğlunu kucağına hangi yüzle alacak, eşinin yüzüne nasıl bakacak diye hayıflandım. Aslında bu ağır iftirayı tekrarlayarak iki dünyasını da mahvetmesine üzüldüm. Bir insan hayatta bu kadar net ve belirleyici sınavla pek karşılaşmaz.
Önce İftira Sonra “Geçmiş Olsun Hocam”!
Üniversite genel sekreterliği kadrosuna asaleten atadığım Adil KARAMAN‘ın şahsımı FETÖ ile ilişkilendirmek için böyle bir iftirayı kurgulamasını hala havsalam almıyor. İfadesinde Nakşibendi tarikatından olduğunu, iki defa hacca gittiğini söyleyen, oğlunun adını Zikreddin (muhtemeldir ki Pirinden sipariş bir isimdir) koyan, namazında niyazında bir şahıs, böyle bir iftirayı nasıl atabildi? Oğlunun ismine, dinini zikreden anlamında bir isim koyan kişiliğin, mahkemede böyle bir iftira atabilmesi, dinini zikreden çocuğun babası sıfatıyla kendini iftira ve yalan zikredicisi konumuna sokmasını hiçbir kalem izah edemez! Bu konumu kabul ve icra eden bir insanın hesap gününe gerçekten inandığını nasıl düşünelim? Hala inanmakta ve kabullenmekte zorluk çekiyorum.
Emniyet kayıtlarına geçirdiği bu hezeyanı benim de bulunduğum mahkemede ve hakim karşısında da tekrarlamaktan utanmadı Adil KARAMAN! Dahası serbest bırakılıp salondan ayrılırken, şahsıma saygıyla “geçmiş olsun hocam” dedi ki; nasıl bir tıynet, varın siz tahlil edin! Zira ben bu konuda acizim!
KARAMAN’ı Neden Genel Sekreterliğe Atadım
Üniversitede Genel Sekreterlik kadrosu, idari ve akademik personel için rektör yardımcılığından sonra en itibarlı kadrodur. Göreve başladığım dönemde Uşak Üniversitesi çalışan bir üniversite değil çatışan bir üniversiteydi. Üniversite personeli arasında çok sayıda disiplin soruşturması yürütülüyordu.
Akademik personelin yanında idari personel de üniversitenin önemli bir unsurudur. Genel Sekreterliğe akademik bir personel atayarak idari ve akademik personel arasında uyumun daha iyi sağlanacağını düşünmüştüm. Hukuk doktoralı bir genel sekreter iyi bir seçenekti. Adil KARAMAN da hukuk doktoralıydı ve daha önceki dönemde üniversitenin hukuk müşavirliğinde çalışmış olması nedeniyle tecrübeliydi de. Bu nedenlerle KARAMAN’ı vekaleten genel sekreter olarak atadım.
İki yıl kadar vekaleten çalıştıktan sonra KARAMAN asaleten atanmak için, FETÖ iftirası attığı DALKIRAN da dahil olmak üzere çeşitli aracılar vasıtası ile sürekli olarak asaleten atanma taleplerinde bulunuyordu. Ancak kendisi ile hemen her zaman beraber olduğumuz halde aracılar göndermesini ahlaki bulmuyordum. Diğer yandan bir akademisyenin hedefi her durumda profesör olmaya gayret etmektir. Kendisi bir gün yanıma gelmiş ve idari işlerde yaşanan bazı aksaklıkları da örnek göstererek “hocam genel sekreter olarak çalışırken hem derslere girmek hem de doçentlik sınavına hazırlanmak zorunda kalmam idari işlerden verim almamıza mani oluyor. Şayet asaleten atarsanız derslere girmeyi ve doçentlik sınavına hazırlanmayı tamamen bırakırım. Daimi kadro aldıktan sonra daha ne isteyeyim. Bütün mesaimi idari işlere ayırırım. Elimden geleni yapar sizi mahcup etmem. Siz gittikten sonra da mağdur olmam” demişti. Sözleri samimi ve makul geldi ve daha iyi çalışacağı ve sürekli koşturacağı düşüncesiyle asaleten genel sekreterlik kadrosuna atama yaptım. Genel sekreterlik kadrosuna atadığım Adil KARAMAN’ ın rektörlük seçim sürecinde sinsice arkadan vurması yetmezmiş gibi bir de en dar günümde akıllara ziyan iftirası inanılır gibi değildi.
Al Birini Vur Ötekine!
Dünyanın rengine kanan ve hırsı aklının önünde giden bir başka arkadaşım da yukarıda da ifade ettiğim gibi, Sayın DALKIRAN’dır. 2011 yılı rektörlük seçimlerinde dışarıdan seçime müdahale ederek aleyhime çalışmış ve Ekrem SAVAŞ’ ı desteklemişti. Ancak SAVAŞ’ın benim lehimde adaylıktan çekilmesi üzerine DALKIRAN’ın Ekrem SAVAŞ için yaptığı yatırım boşa gitmişti!
Ben göreve başladıktan sonra kapımı aşındırmaya başladı. DALKIRAN, Uşak Üniversitesine gelmek için yalvarıyordu. Lehimde adaylıktan çekilen Ekrem SAVAŞ’a, Sayın DALKIRAN’ın Uşak Üniversitesine gelmek istediğini söylediğimde SAVAŞ, “alırsan Sayın rahat durmaz, üniversiteye zarar verir” diyerek olumsuz görüş bildirmişti. DALKIRAN’ın Erzurum’daki grubunun etkili isimleri ise ona kefil oldukları gibi Uşak’a almam için ısrarlı tavassutta bulunuyorlardı. Uşak’a gelmesi için mücbir sebepleri var diye düşündüm. Ekrem SAVAŞ’ın olumsuz referansına ve daha önce sağda solda söylediği hakkımdaki olumsuz ve incitici sözlerine rağmen onu kabul ettim. DALKIRAN’ın ısrarla anlattığı sorunlarını çözebilsin, yaşlı anne ve babasına ahir ömürlerinde sahip çıkabilsin diye Erzurum’dan Uşak’a gelmesini sağladım. Üstelik ilk etaptaki uyumlu ve olumlu görüntüsünden dolayı dekan ve rektör yardımcısı olarak da atadım.
Dr. Ali Galip BALTAOĞLU’nun 28 Eylül 2017 tarihinde “REKTÖR VEKİLİ SAYIN DALKIRAN’ AÇIK MEKTUP” başlıklı makalesini okuduğumda üzüntüm kat kat artmıştır (https://www.usak.tv/rektor-vekili-sayin-dalkiran-acik-mektup-makale,185.html). Bu makale rektör vekilliği döneminde DALKIRAN’ın yetkisini nasıl kötüye kullandığını açıkça ortaya koyduğu gibi en yakınımdaki adamların kimlerle işbirliğine girdiklerini de göstermekteydi. Ağır bir eleştiri ve nasihatname özelliğindeki yazıda DALKIRAN’ın yasaları nasıl ihlal ettiği, bana kumpası kuranların üniversite içinde uzantılarının soruşturmalarını nasıl kapattığı anlatılıyordu. Üzüldüm, çünkü biz kimlerle çalışmışız da haberimiz olmamış. Bu kadar yalpa yapan sözde bir dava arkadaşımız varmış bizim! Düştüğünüzde bir tekme de o vurup, karşı tarafa geçebilen, bundan zerre miskal rahatsız olmayan, vicdanları sükut etmiş, en temel ahlaki kriterleri yok sayan adamlarla çalışmışız! Kahrolmamak elde mi?
Yaşını başını almış torun torba sahibi bir ilahiyat profesörü olan DALKIRAN, şahsım tutuklanır tutuklanmaz bana kumpas kuran çetenin hizmetine girmesini kendi annesine, babasına, eşine, çocuklarına ve torunlarına nasıl izah edebildi bilmiyorum! Doğrusu merak ediyorum. Uşak’a geldikten bir müddet sonra ailecek görüştüğüm ve son derece yakın olduğum Sayın DALKIRAN, bu kadar keskin bir dönüşü ilahiyatçı kimliğine ve temsil iddiasında bulunduğu gurubuna nasıl yakıştırdı? Ben tutuklandıktan sonra hayatımıza ve istikbalimize kasteden iftiracı mücrimlerin cezalarını kaldırarak iplerini çözen ve iftiracılara yol veren DALKIRAN, Türkiye çapında yaygın olan cemaatinin değerli bir mensubu olmaya hala devam ediyor mudur acaba? Bir yıllık rektör vekilliği döneminde işine haram karıştırarak birkaç cemaat mensubunu üniversiteye alması, kendi grubu nezdinde onu büyük adam yaptı mı? İtibar getirdi mi? Hiç zannetmiyorum.
Evet DALKIRAN sadece bana değil, temel insani ve ahlaki prensiplere ihanet etmiştir. Kumpasın içinde şöyle veya böyle bulunmuş tüm aktörlere yol verip iplerini çözen, sıkıntılarından kurtaran, dini kimlikli ilginç bir Brütüs karakteridir DALKIRAN! Diğer rektör yardımcısı Prof. Dr. Cengiz SOYKAN hocayı yani yıllarca birlikte çalıştığı mesai arkadaşını, kendisine rakip olarak rektör adayı olmasın diye FETÖ soruşturması açarak lekelemesi de ayrı bir skandaldır. Bu konu, FETÖ’nün ve makamların kişisel hırslar için nasıl pervasızca kullanıldığının apaçık bir başka göstergesidir. Şöyle ki;
Rektör adaylığı için; YÖK tarafından 28.07.2017 tarihine kadar müracaat süresi verilmişken, DALKIRAN, 22.07.2017 tarihinde Cengiz hocaya FETÖ soruşturması açmıştır. Dosyaya bakılırsa her şeyin uyduruk olduğu kolayca anlaşılacaktır. DALKIRAN’ın kendi arkadaşına yaptığı bu entrikanın, bu FETÖ istismarının bir ceza karşılığı olacak mı acaba? Çok zor…! Çünkü FETÖ kirli işlere alet edilmeye ve istismara açık. Konu art niyetli bir arka plana sahipken sorsanız “Soruşturma açmaktan daha doğal ne olabilir ki, araştırdık bir şey çıkmayınca dosyayı kapattık” diyecektir. Nitekim Ali Galip Hoca’nın basındaki tenkitlerinden dolayı onu Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet etmiş, mücrimlerin cezasını kaldırmakla ilgili savunma yaparken, ben yapmadım, cezaları Üniversite Yönetim Kurulu kaldırdı, diyerek sorumluluğu üstlenmemiştir Sanki bu konuyu Yönetim Kurulu gündemine kendisi getirmemiş ve o korku ortamında kurula dayatmamışı gibi! Ne diyelim!
Nefsinin atına binmiş, kul hakkı tanımayan bir ilahiyatçı! Din adamı kisvesindeki bu tür adamlar bana İsyan Ahlakı’nın abidevi ismi Nureddin Topçu’nun şu tespitlerini hatırlatıyor: “Ruhi hayattan yoksun, Kuran’ı anlamadan tekrarlayan, dini egzersizleri yaptıkları ve bütün ibadet şekillerini bol bol tekrarladıkları halde ahlak değerlerinden uzak yaşayan, ibadetleri mesleki zaruret olduğu için yapan İslam’ın ruhunu anlayamadıkları için onun şekline bağlanan tipler vardır. Bunların hepsinin ortak özelliği, politikacı, sömürücü, samimiyetsiz, aşk ve sevgi yoksunu, menfaatçi ve kalplerinin kin ve nefret dolu olmalarıdır”
Bundan yarım asır önce rahmetli TOPÇU’nun yaptığı şu tespit bugün de, ne kadar geçerli değil mi, Sayın DALKIRAN? Her 15 günde en az bir kez okuduğun ve ezbere bildiğin İhlas Risalesi’nin ruhundan ne kadar da uzaksın… Farkında mısın?
Yazıya diğer Brütüslerimiz ile devam edeceğiz inşallah.
Biyomedikal ci 4 Yıl Önce
Ben sait beyin yazılarını hepsini okudum ve turgutluda oturuyorum bir insana bu kadar zulüm yapılmaz bu dünyanın ahireti var beyler Sait beye yaşadıklarından dolayi geçmiş olsun diyor Allah yar ve yardımcısı olsun