Sene 1948’de köyümüze ilk otobüs geldi.
“Koşa koşa gittik, artik yolda yürüyen trende varmış!” diye bakmaya. O günlerde iki öküzümüzle çift sürmeye çalışır, kuru soğan yavan ekmek ile geçinmeye çalışırdık. 24 ay askerlik yapıp tekrar köyümüze döndükden sonra işsizlik hat safhadaydı.
Geçim sıkıntısı ile uğraşıp duruyorduk. Amca oğlum gözü kara olduğu için “Ben burada duramam!” deyip köyümüzü bırakıp gitmişti. Bir gün baktık ki Almanya’dan bize mektup geldi. Amca oğlu Almanya’da o zamanlar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı rahmetli Bülent Ecevit’in, İstanbul Sirkeci’den vagonlar ile Almanya’ya işçi gönderdiğini söyledi. “Git sen de yazıl İşkur’a, buraya gelirsen isin hazır burada!” yazıyordu mektupta. Gittik biz de yazıldık. Tabi ki, o zamanlar neyin ne olduğunu bilmeyen, çiftini sabanını bırakmış Anadolu’nun bağrından çıkarak İstanbul’a gitmiştik. Tepemizden tırnağımıza kadar Almanlar incelediler ve “Sağlam Raporu” verdiler bize.
Nasip oldu biz de gidiyorduk Almanya’ya. Bindik trene, kilitlediler bizi kompartımana Edirne, Sofya, Belgrad, Zagrep, Salzburg ve vardık Münih’e. Münih Bahnof’a indik trenden. Bize poşet içinde bir elma, bir armut, bir de muz vardı. Bizi ardından bahnofun altındaki mahzene üstümüzden kilitlediler.
İşverenler geliyor bizlere bakıyorlar, “mal seçer gibi seçip, bizi götürüyorlardı.” Almanlar “17/19 anahtar” istemişlerdi, “biz de anlamadan bakıyorduk!”
Josip Broz Tito da rahmetli Bülent Ecevit gibi, Yugoslav işçisini Almanya’ya göndermişti. Adam akıllıymış ki, “6 haftalık kurs vermiş Yugoslavlar Almanya’ya kalifiye işçi olarak gitmişler, bizleri de Günther Wallraf’n kitabında yazdığı gibi “Ganz unten” ? en altta ? işlerde kullanmışlardı.
Her şeyden mahrum kalmıştık. Ne ezan ne de din artık bizim için her şey egal (mubah) olmuştu. 5 yıl çalışıp geriye döneriz diyorduk, Almanların işi arttı, bizler ha gayret biraz daha biraz daha derken…
Oluverdik Almanya’da ausländer Türkiye’de Almancı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkmenistan’dan kalmis (Allah makamını cennet etsin) rahmetli İbrahim Gacıoğlu bizlere sahip çıktı. 20 metre karelik bir yerde bize Cuma namazı kıldırır, Mariemplatz’da bayramlarda kiliseyi tutar bize bayram namazını kıldırırdı.
Hepimiz Wohnheiml’arda kalir, bir odada 6 - 8 kişi ranzalarda yatar, kazandığımız 300-400 markı biriktirmek için çaylarımızı “Bulagira Yoghurt” diye aldığımız yoğurt kaselerini yıkar onlardan çayımızı içerdik.
O zamanlar kazandıklarımıza “işçi dövizi” derlerdi. Seneler geçti, ülkemiz “70 cente muhtac oldu”. Gittiler “IMF ye aldılar krediyi, olduk bir anda ülke olarak Lord”.
Bizlerin gönderdiği işçi dövizleri çok önem arz eder olmuştu. Giderdik ülkemize, kara trenle izine, Edirne’de bayrağımızı gördüğümüzde secdeye kapanır İstanbul’a kadar ağlardık.
Birlik beraberliğimizi gurbet ellerde pekiştirdik bizler, ülkemizden gelen herkese kucağımızı açar elimizdeki avucumuzdaki neyimiz varsa verirdik. Seneler geçti, alın teri ile kazandığımız ve artırdığımız paralarımızı Merkez Bankası’na yatırır olduk.
O zamanlar başbakanımız olan Mesut Yılmaz varken Alman Vergi Daireleri bizi sıkıştırmaya başladı. Oysa bizimkiler Commerzbank aracılığı ile bizim tüm hesaplarımızı Almanya’ya bildirmişler.
Almanlar “getirin bakalım şu aldığınız nemaları!” diyerek bizleri limon gibi sıkmaya başladılar. İşçi dövizlerini artık T.C Merkez Bankası’na yatırmak riskliydi. Geldi bir başka grup, “gelin bu yastık altı paralarınızı ülkemize fabrika kurarak değerlendirin. Ülke evlatlarımız sizlerin atalarının at koşturduğu yerlerde özengi öper duruma düşmesinler” diye.
Bizim içimiz yanık durur mıyız!,
Eh kar ve zarar da helal dediler. Başladı bir furya, verdik paralarımızı. 30 yıllık 40 yıllık birikimimizi. Olacak ya bizlere Almanya’ya gitmemize vesile olan rahmetli Karaoğlan Bülent ECEVIT ile Afyonkarahisarlı Ahmet Necdet SEZER Cumhurbaşkanımızın anayasya kitabini fırlatması ile alınteri sermayeler bir anda oluverdi Yesil Sermaye.
Güvendiğimiz dağlara kar yağmıştı. Bilgi ve becerimiz zaten azdı, yatırımlarımız kaldı ortada. Bir anda gündeme oturdu bizim Almancının / Isci Dövizi.
Günlük % 7800’e çıkmıştı faizler.
Rahmeti Sakıp Ağa çıktı televizyona “Bittik tükendik!” diyordu.
Ne günler yaşadık!
Şimdi bizim İşçi Dövizine Yeşil Sermaye diyor birçokları.
İyi diyor, alın teri helal bir sermaye bu.
Ya hırsız, hortumcu, kırmızı sermayeye bir şey diyen var mı?
Yok biz bu şekilde dememiz lazım!
…
Gün birlik ve beraberlik günü artık.
Terörü Almanya’da başımıza bela ettiler. Yine bizleri en aşağıda çalıştıracaklar (ganz untende).
Kapattırdılar bizim Uçak Fabrikamızı.
Kapattırdılar bizim Devrim otomobilimizi.
Sattılar bize kendi uçaklarını.
Dost Uçak / Düşman Uçak kodlarını çözen evlatlarımızı suikastle kaybettik.
Alman istihbarat örgütü BND'nin gözetiminde gerçekleştiği ortaya çıkan Türklere yönelik seri cinayetlerin, ?”Türkler gitsin!”? diye işlendiği ifade ediliyor.
Yeşil Sermaye demeden helal kazançlarla, büyük ufuklarla işsizlerimize sahip çıkmak, kalifiye personel yetiştirmek yeni savaşımız olmalı.
Gün bugündür, gelin yeşil, kırmızı demeden sahip çıkalım vatanımıza, yerde kalmasın Malazgirt, Dumlupınar ve Çanakkale’de yatan kanımız Şahlansın ay yıldızlı bayrağımız…